Seçim bitmişti. Seçimden önce pahalılık, geçim zorluğu nedeniyle artık muhalefete oy vereceğine yemin etmişti. Ancak, televizyonlarda teröristlerle yan yana olanlara oy mu vereceksiniz, bunlar, erkeklerin erkeklerle, hayvanlarla bile evlenmesini serbest edecekler diye konuşmaları duyunca oyunu yine eski partisine ve adayına verdi.
Seçimi kazanmışlardı, ama birinci turdan önce herkese de artık muhalefete oy atacağını söylemişti. Sabah olunca kahveye gidecekti. Kahvede muhalif görülecek, kazanamamış muamelesi yapılacaktı. Birkaç koyu iktidar partili arkadaşı ona takılıp duracaktı. Dillerinden kurtulamayacaktı. Ne yapsaydı şimdi. Ne güzel olacaktı, eskisi gibi kazanana oy vermiş olmanın havasını atıp muhaliflere kahvede şöyle alaycı alaycı bakıp laf atmak varken bunu yapamayacak, üstüne üstlük kendisine laf atılacaktı. Düştüğü duruma kızdı.
Emekli adamdı, kahveye gidemeyip evde otursa canı sıkılır, bir de hanımı ile tartışırdı. Bir cevap bulması ve söylemesi gerekiyordu. Seçim akşamı bu düşüncelerle uyudu. Sabah kahveye erken giderdi, ama bugün bir süre sonuçları televizyondan takip etti. Yüzde iki oyla ülkenin kaderi belli olmuştu. Üstelik ülkenin yüzde on beşi sandığa gitmemişti. Göçmenler oy kullanmıştı. Şaibe iddiaları vardı. Hanımı da erkenden başlamıştı konuşmaya, “bak adam kazanamadı, onbeş bin lira emekli ikramiyesi de gitti” diyordu. Evet, bu sene kurbanı yine alamayacaklardı. Adam, bir şey söylemedi. Kanalları değiştirip çayını yudumladı.
Yine de kahveye gitme isteği baskın gelmeye başladı. Tıraş oldu, hazırlandı. Çıkarken hava güneşliydi. Komşular henüz dışarıda görünmüyordu. Sessizce sokaktan süzüldü. Kahveci de henüz gelmiş olmalı, dışarıya sandalyeleri çıkarıyor, masaların örtülerini örtüyordu. Kahvede kimse de yoktu. Gitti, dışarıda her zaman oturduğu hakim noktadaki yere oturacaktı, ama nedense daha ezik olarak düşündüğü bir yere oturdu. Kahveci, hoş geldin dedi, çayını sormadan getirmişti. Kahveciyi severdi, Kimseye takılmaz, sessiz ve çabuk şekilde işini yapardı. Seçimden bahsetmemesi iyi gelmişti. Kahveciyi bir süre gözleri ile takip etti. Adamcağızda hiçbir değişiklik yoktu. İşini yapıyordu. Seçim olmuş, olmamış hep aynı kahveciydi. Her gün yaptığı işlerin aynısını yapıyordu. Hiç yerine oturmazdı, akşama kadar kahvenin içinde hareket halinde bir adamdı. Yüzünün ifadesi hep aynıydı.
Evet ya, dedi. Seçim olsa da ülkede herkes ekmeğinin parasının peşinde. Seçim aylarında zamlar biraz azalmıştı. Şimdi zamlar arkasından gelecekti. Millet yine geçim hesabı yapacak, nerede ne ucuz takip edecek, yapabilirse birkaç tane alıp stok yapacaktı. İşsiz gençler iş arayacaklar, bulamayınca yorgun şekilde kahveye kendilerini atacaklar, veresiye olarak veya cebindeki son kuruşlarla onlar da sessizce çaylarını içeceklerdi. Sessiz kahveci, bu gençlere çay veriyor ama parasını alabiliyor muydu, emin değildi. Kahveciye bunu sorsa kesinlikle “veriyorlar” derdi. Onları rencide etmezdi.
Kahveye gelen diğer emekliler de kendi gibi öğlenden önce bir bazen iki çay içer, öğlende yemeğe eve giden olur, akşam üstü dönüşte de bir çay alıp akşam yemeğinden önce eve giderlerdi. Toplam günde üç -dört çayla günü geçiren vardı. Çayların parası da emekli adam için az para değildi. Ayda beş yüz lirayı geçiyordu. İyi ki sigarası yoktu. Eve sadece bir maaş girdiğinden son yıllarda artık karısı da paranın hesabını yapıyor, ona çay parası olarak ucu ucuna para ayırıyordu. Sona zamanlarda öğle yemeği olarak önüne makarna koyuyordu. Şekeri vardı, makarna ona iyi gelmiyordu. Ama bir şey de söyleyemiyordu. Çünkü alacağı cevabı biliyordu... karısı; et al, o zaman yaparım sana başka yemekler, derdi hemen. Bu tartışmalara girmemek için sessizce yemeğini yeyip evden kaçardı.
Karısı haklıydı. Ara sıra pazara beraber gittikleri oluyordu. Her şey iki yıl öncesinden üç misli artmıştı. Alınır gibi değildi. Hele soğan bile taneyle alınır olmuştu. Açıklanan enflasyonun daha düşük olmasını anlayamıyordu. Pazara, akşam üstü gidip ucuz olanlardan az alarak erkenden dönüyorlardı. Herkes de öyle yapıyordu. Kasaba gitmeyeli de çok olmuştu. Eşi gidip yarım kilodan az kıyma alıyor onu da bir iki hafta yiyorlardı. İki kişi zor geçiniyorlarken kalabalık aileler ne yapıyordu acaba? Çocukların giyimi, okul masrafları, harçlığı zordu, bir de kirada iseler. Göçmenler geldiğinden beri kiralar artmıştı. Hele depremden sonra... Millette vicdan yoktu. İyi ki evi kira değildi. Çocuklarından büyüğünün küçük bir evi vardı. Küçüğü ise kiradaydı, ev sahibiyle kirayı arttırmak istediği için tartıştığını geçen gün geldiğinde söylemişti. Çocuğun tadı yoktu o yüzden. Ev alması mümkün değildi. Daha sonra ne oldu diye çocuğunu arayıp soracaktı. Para ister diye sorası yoktu. Kızı da kiradaydı. Kocası da tek maaş asgari ücret alıyordu. Geçinmekte zorlanıyorlardı. O adamla evlenmesini istememişti. Ama artık torunlar da vardı. Çok da sevimliydiler. Karısı, kızına, torunlarına bazen evden bir şeyler götürüyordu.
Seçimden sonra geçim sıkıntısı artacaktı. Yapılmayan, bekletilen zamlar yapılacağından geçim zorluğu artacaktı. Hayat daha da zorlaşacaktı. Yaz kış aynı mahallede, tatile ya da memlekete gidemeden evden kahveye ömür geçirmek zorundaydı.
Bu arada muhalif partiye oy verdiğini bildiği birkaç kişi kahveye geldiler. Güneş de yükselmeye başlamış epey ısıtmıştı. Selamlarını aldı. Onlar da dışarıda ayrı bir masaya oturdular. Çayları hemen geldi. Konuşmalarına kulak misafiri oldu. “Yahu, anketlerde önde gidiyordu, nasıl oluyor da yine kazanamadı” tarzında konuşuyorlardı. Evet, diye düşündü, o da emindi muhalefetin kazanacağına, hele birinci turda muhalefetin kazanacağı görülüyordu. On beş bin liralar cepte diye diye içten içe seviniyordu o sıralar. Sonra, demek ki herkes kendisi gibi sandığa gitmeden fikrini değiştiriyor. Söylediği ile attığı oy birbirini tutmuyor, diye düşündü.
İktidar partili, sesi en çok çıkan üç kişi sokağın başında görünmüşlerdi. Gelip şimdi ona takılacaklar, övünüp duracaklardı. Ne diyebilirdi, bir cevap hazırlamalıydı. Düşündü; onlar da kendisi gibi günde üç çaydan fazla içse ertesi gün kahveye para yetiremediği için gelemeyen kişilerdi. Onlarında çocukları kiradaydı. Pazara onlar da geç saatte gidiyor, ucuz ve döküntüleri alıyorlardı. Aslında, onların “kazandık” söylemleri de avuntudan ibaret olacaktı. Kazanan onlar değildi. Hayat büyük bir gerçeklikti, seçim fragmandı, hayat gerçek, bu gerçeklik etkisini gösterir, iki gün konuşur susarlardı.
Çayını yudumladı ve yine eski baş köşedeki yerine geçti. Ne diyeceğini artık biliyordu.