Kruvaziyerle Yunan Adalarını ve bazı Yunan liman kentlerini gezme imkanı buldum. Bu gezi; gözlem yapma, tarihin de yol göstermesi ile kıyaslama imkanı sağladı.

Yunanistan, turizm ve denizcilikte gelişmiş bir ülke. Coğrafyanın kader olduğu hipotezine uygun olarak denizci bir millet. Sağlıklı beslenme için gerekli olan deniz ürünleri bol miktarda üretiliyor. Adaların, kıyılarının yakınlarında, açık denizlerde sayısız küçük büyük deniz araçları deniz ürünü üretiyor.  Bunun yanında Yunanlılar deniz taşımacılığı için büyük tonajlı filolara sahipler.

Denizcilik gelenektir. Herhangi bir geleneğin kazanılması birbirini izleyen kuşakların bu işle uğraşmasını gerektirir. Toprak fethederek bir imparatorluk haline gelen devletlerin çoğu, denizcilik kökeninden gelmediklerinden denizci devletler olamadılar. Büyük bir donanma kurulabilir, ama kaliteli ve gelenekten gelen denizci kuşaklar yetiştirmemiş iseniz denizci ülke olamazsınız. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya, Fransa buna örnektir.

Türkler, Asya’lı atalarının kökeninden gelen özellikleri gereğince, kara yaşamında güçlü ve etkili insanlar olarak tarihte Asya’yı, Doğu Avrupa’yı Anadolu’yu ele geçirip büyük imparatorluklar kurabilmişlerdir. Ancak bu cesametin denizlerde de karşılığı 16. yüzyıla kadar olamadı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra Yunanistan da alınmıştı ama bu karaların sahillerine de hakim olmak gerekiyordu. Birkaç kilometre ileride bulunan Midilli, Sakız Adaları, biraz ötede Girit ve Rodos Osmanlı için tehdit olarak yer alıyor, Venedikli, Cenevizli, Giritli ve Rodoslu korsanlar kıyı kentlerine saldırarak soygunlar yapıyor, insanları köle yapmak üzere esir alıyor ve güvenliği tehdit ediyordu. Cem Sultan’ı bile Rodos Şövalyeleri esir almış, şehzade esaret altında ölmüştü.

Bu durum, Yavuz ve Kanuni zamanında özellikle Midilli Adası’ndan çıkan korsanların Müslümanlığı kabulü ile devlet hizmetine alınması üzerine olumluya döndü. Kıyıların, Adalar’ın Akdeniz’in yüzelli yıl kadar güvenliği sağlandı. Barbaros Hayreddin Paşa’nın kurduğu denizcilik sistemi kara kökenli Osmanlı’nın sadece Akdeniz’de değil Avrupa üzerindeki etkisini de arttırdı.

Osmanlı bir dönem hem karada ve hem denizde güçlü oldu ama Batı Avrupalı ülkeler gibi sömürgeci (koloniyal) olamadı. Osmanlı güçlü olduğunda sömürgecilik modeli başlamamıştı. Sömürgecilik, sanayi devrimine ham madde oluşturmak için ortaya çıkan bir sistemdi. Osmanlı, sanayi devrimini yapamadığı için sömürgeciliğin başladığı dönemde ise sömürgecilik yapacak gücü yoktu. Sömürgeciliğe Osmanlı’nın bulaşmaması etik açıdan doğru iken bu iş Batı ülkelerinin sermaye oluşturmasının ve zenginliklerinin temel kaynağını oluşturdu.

İyi giden bir iki yüzyıldan sonra uzun vadede fütuhattan ziyade “ticaretin” kazandırıcı olduğu gerçeği ortaya çıktı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu, kapitülasyonlar nedeniyle aktif ticareti Frenklere bırakmıştı, dolayısıyla ticaret gemileri Frenklere aitti, Osmanlı gemileri ise güvenliği sağlıyordu. Sonuçta, askeri harcamaları biz yaptık, kapitülasyonlar nedeni ile gümrük geliri de düşük olduğundan ticaretin gelirlerini onlar kazandı.

Bunun yanında 18. yüzyıl ve takip eden dönemde Çeşme, Navarin ve Sinop’ta donanmanın yakılması gibi büyük felaketler yaşandı. Abdülmecid ve Abdülaziz’in saltanatları sırasında donanma “sayıca” dünyanın en güçlü donanmaları seviyesine ulaştıysa da onu kullanamadık, bir kısmı yakıldı, bir kısmını zamanla çürüttük. Çünkü, artık ekonomisi bozulan, toprak ve güç kaybeden bir ülkeydik. II. Abdülhamid, strateji değiştirerek güçlü devletlerle rekabet etmek yerine sahilleri muhafaza etmek amaçlı bir donanma bulundurmaya yöneldi. Akdeniz’de ticaret güvenliğini İspanyol ve İngiliz gemileri sağlar oldu.

Esasında, denizlerde askeri açıdan gerilememizin temel nedeni, denizci gelenekten gelmemenin yanında 600 yılda denizci geleneğine sahip kuşaklar oluşturamamış olmamız, eğitimde ve bilimde geri kalmış olmamızdır. Bizim Akdeniz’e tam anlamıyla hakim olduğumuz 15. ve 16. yüzyıllarda, Avrupa’da Rönesans ve reform hareketleri başlamıştı. Onlar bunun sonuçlarını yaşarken bizler deniz hakimiyetinin devamını iyi getiremedik. Ayrıca, coğrafi keşifler, ticaret yollarını değiştirdi. Osmanlı’nın gümrük gelirleri iyice azalmaya başladı.

Osmanlı, sömürgeci olamadığı gibi, aksine üretim ekonomisi de olamadığı için ithalat arttı ve kapitülasyonlarla sömürülen ülke haline geldi. Kısaca, Osmanlı İmparatorluğu denizci gelenek oluşturmamanın kötü sonuçlarını hem ekonomik hem de siyasi yönden yaşadı.

Genç Türkiye Cumhuriyeti bu konuda önemli adımlar attı. Atatürk, 1937’de hükumet programına ilişkin konuşmasında tüm boyutlarıyla olayı görmüş ve hedefleri belirlemiştir. Konuşması şöyledir: “Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududunu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız..." (1) Cumhuriyet Dönemi’nde önemli tersaneler kuruldu, ancak, Türk deniz ticareti ve deniz iş sektörü Atatürk’ün düşündüğü anlamda ve istediği seviyede değildir.

Son yıllarda Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları Türkiye açısından Kıbrıs ve civarındaki bölgelerde caydırıcı bir deniz gücünün olmasının gerekliliğini göstermektedir. Mavi Vatan dediğimiz denizlerde  askeri anlamda güçlü olmanın olması yanında deniz dibi ve deniz içi kaynaklardan yararlanabilmeliyiz. Ticaret filomuzu da geliştirmeliyiz. Şöyle ki; yıllık 350 milyar dolarlık dünya deniz taşımacılığı (navlun) gelirinin 65 milyarı (yaklaşık % 20’si) tek başına Yunanistan’a aittir.

Üç tarafımız denizlerle çevriliyken coğrafyamız kaderimizi etkileyip bizi güçlü denizci bir ülke olmaya zorluyor iken bir denizcilik bakanlığımızın bile olmaması, kara devleti olmakla yetinme zihniyetini yıkmayı başaramadığımızın belirtisidir. Denizcilikte gelişmenin, yani denizin ötesi, zenginliktir.

(1) sonkelimeler.blogspot.com