Ömer Amca’nın, emekliye bir defaya mahsus 5 bin Lira verileceği açıklanınca canı sıkılmıştı. Seyyanen zam bekleniyordu. Muhalif partililer onu yine alaya alıyorlardı. Temmuzda emekliye düşük zam verilince “göreceksiniz siz Ekim ayında büyük zam yapacak” diye karşılık vererek yazı geçirmişti. Yazın, televizyonda duyduklarını ertesi gün sloganlaştırıp kahvede muhaliflere söylüyor ve onları alt ettiğini düşünüyordu. Bu şekilde baş köşe olarak düşündüğü masaya gururla kuruluyor, etrafına üstten bakıyor ve gününü öyle geçiriyordu.Şimdi yine canı sıkkındı. Bugünlerde sakince masaya kuruluyor, emekli maaşı yetmediği için daha az çay söylüyor, oyunda yancıların da gelmesiyle çok çay içildiğinden kaybetme durumunda hesap üzerine kalabileceği için pek oyun taraflısı da olmuyordu. Tanıdık biri gelince pek görmemeye çalışıyor, tanıdığı gelip yanına oturursa sohbete tutuyor, çok soru soruyor, çok konuşarak sohbet içinde unutmuş gibi davranarak çay söylememeye çalışıyordu. Tanıdık gideceğini belli ettiğinde artık çay içmeyeceğini düşündüğü için “hay Allah, çay içer misin, sohbete dalmışız, söylemeyi unuttuk” diyordu. Ama bu da pek garantili değildi, “içelim o zaman” diyen de oluyordu. Bu durumda, tek çay söylüyor, ben çok içtim deyip kendine söylemiyordu.7 bin 500 Lira emekli maaşı verildiğinde kahvede ne kadar da böbürlenerek övünmüştü. Şimdi ise kısa sürede her şey o kadar zamlanmıştı ki eve artık et alamıyordu. Eşiyle daha fazla tartışıyorlardı. Eşi de artık muhaliflerin söylemlerine yakın şeyler konuşuyor, eleştiriyordu. Ağırına gidiyordu bunlar. Çocukları evlenmişti ama torunlar neredeyse her gün evlerine geliyor, yemek yiyorlar, bir şeyler istiyorlardı. Karısı evli kızına hala gizliden para veriyor, destek oluyordu. Karısının eli açıktı. Hanımı her gün, o tam dışarı çıkacağı zaman ayakkabılarını giyerken şunu bunu alacağım diyerek para istiyordu. Buna kızıyordu ama, kapıda komşular duymasın diye alçak sesle konuşuyor, karısı ise aksine yüksek sesle konuşuyordu, bu arada komşu kadın kapıya çıkınca, biraz da o görsün diye parayı bonkör görünüş takınıp veriyordu. Bu sırada sinirden yüzü kızarıyor ama belli etmemeye çalışıyordu.
Pazarın olduğu gün eşinin misafiri olduğu için pazara kendi gitmişti. Hasat mevsimi bittiğinden pazarda ürünler boldu, ucuz olmalıydı. Ama, geç saatte bile 10-15 Liraya maydanoz, dere otu, 20-25 Liraya küçük bir demet yeşil soğan satılıyordu. En ucuz meyve 30 Liraydı. Ne zaman bu kadar pahalandı bunlar diye düşündü. Eşinin söylediklerinin hepsini alamadı, alabildiklerini ise daha az, bazılarını yarım kilo, bazılarını da birkaç tane aldı. Hızla eve yöneldi. Pazar arabasını evin dış kapısına dayadı, eşinin yakınmalarına yakalanmamak için zile basıp hemen uzaklaşmak istedi. Şekeri de düşmüştü, bir şeyler atıştırmalıydı, ama eşinin konuşmaları da şekerine etki yapıyordu. Sokakta hızla uzaklaştı ve köşeyi döndü. Kahveye gitseydi masraf olacaktı, ancak bu vaziyette de yürümemeliydi. Gidip çaya şeker atar rahatlardı. O gün akşam kahve tenhaydı. Sakin yaradılışlı kahveciye “çay, üç şeker” diye seslendi. Kahvecinin, kendisinin şekersiz içtiğini bildiği için tepki vermesini bekledi. Kahvecide tepki yoktu. Çay gelince kahveci yanında oturmak için müsaade istedi, oturdu. “Şekerin düştü galiba Ömer Amca” dedi. Kahveci pek kimsenin yanına oturmazdı. Titizlikle işini yapar boşları hemen toplar, etrafı çok temiz tutardı. Konuşmak istediği bir mesele olduğu açıktı. Sohbet genişlesin diye kahveciye sorular sordu. Kahveci, soruları yanıtladıktan sonra asıl meseleye geldi. Çayı 7.5 lira yapacaktı. 5 Liraya kurtarmıyordu, kahvehaneye kira ödüyordu. Ömer Amca’ya ilk aşamada 7.5 Lira çok gelmişti. Tepki gösterecekti. Ama kahveci durumunu açıklayınca ona hak verdi, çaya üç şeker attığına utandı. Düşündü. Maaşından çay için, yani kendi için ayırdığı tüm lüksü günde 30 TL kadardı. Artık 6 yerine 4 çay içecek demekti. Kahvenin müşterilerinin hepsi böyle yaparsa kahveci yine aynı hasılatı yapacak, kirasını ödeyemeyecek ve nafakasını da çıkaramayacaktı. Düşündüklerini kahveciye söylemedi. Çayının tadı kaçmıştı, bitirdi, hayırlısı olsun dedi, müsaade ister gibi yapıp gülümseyip çıktı. Sokaklarda bir süre yürüyüp eve öyle giderim diye düşündü. Yürürken de düşündü durdu. Yazın tatil yapamıyordu, tek tatil imkanı olan memlekete de para sorunları nedeniyle gidemiyordu. Köydeki baba yadigarı ev kardeşleri ile ortaktı, eşi kabul etseydi köyde yaşamayı isterdi. Buradaki evi de kiraya verirdi. Geçinebilirlerdi. Ama, köydeki eve yerleşecek olsa kardeşlerinin hanımları araya girer ev kıymete binerdi. Köydeki komşular evin gittikçe viranlaştığını da söylüyorlardı...
Çözüm bulamadığı düşünceleri ile eve doğru yürürken o civardaki başka bir kahvenin önünden geçerken kapı önünde durup karşı duvardaki televizyondaki muhalif kanalın muhabirini dinledi. Zam haberleri veriliyor, geçim sıkıntısından bahsediyordu. Hak verir oldu. Sonra, kahvedeki direğin üzerinde “çay 10 TL” yazısına gözü takıldı, kendine gelir gibi bir hareket yapıp oradan hızla uzaklaştı. Bu kanalları izlememeliydi. Halbuki kendi kanalları ne güzel haberler veriyordu. Onları seyredince rahatlıyordu, kendi kanallarına göre her şey yolundaydı, izledikçe haline şükür ediyor, arada muhaliflere de kızıyor, hatta ağır sözler söylüyor daha da rahatlıyordu.Bir hafta kadar sonra sabah kahveye her zamanki gibi ilk o gittiğinde şaşırdı. Dışarıya sandalyeler çıkarılmamıştı. Kahve kapalıydı. Pencere camına kağıt yapıştırılmış, üzerine büyük yazılarla “KİRALIK” yazılmıştı. Kahveciyi ve kahveye ara sıra para istemeye gelen kahvecinin okuyan küçük büyük erkek ve kız çocuklarını hatırladı. Üzerine hüzün çöktü. Yutkundu. Ellerini arkasına bağlayıp sokakta ötelere doğru yürüdü.