Türkçe ve Almanca yazılan iki dilli bir şiir seçkisi.
Asıl konumuza geçmeden önce bir parantez açarak, kültüre ilişkin bir şeyler söylemek gerektiğini düşünüyorum. Kültür uygun ortam bulduğu zaman kök salar ve çimlenir. Uygun ortam dediysek, yaşamın olduğu her alan uygun ortamdır. Kültür ile yaşam birlikteliği ve sarmalı ortaya çıkmaktadır. En kısa tanım ise; “kültür bir yaşama biçimidir.” Bireyler açısından bakıldığında; hazır bulunarak devralınan ve geliştirilerek devredilen bir şeydir. Bu, gelişim yönü ileriye dönük olan normal toplumlar içindir. Çünkü insanlık cehaletin, yobazlıkların ve yozlukların da devredildiğine hatta bu yönde çaba harcandığına tanıktır. İnsanlar tarafından üretilen her şey ve davranışlar kültür kapsamındadır. Her şeye karşın kültürü bir pozitif insan çıktısı olarak görmek gerekir. Kültür toplumun yaşama biçimini gösteren en ayrıntılı bir fotoğraftır. Aslında soruna insan yanlısı ve türcü olarak yaklaşmazsak; her varlığın bir yaşam kültürü olduğunu ve bu yaşam algısını, yaşamsal zorunlulukların değiştirip dönüştürdüğünü görürüz.
Acı vatan Almanya’da kök salan on sekiz Anadolu çiçeği, hepsi de bir gökkuşağı. Rengarenk ve göz alımlı ve hasret kokan çiçekler serpilmiş yaşamaya. Bu on sekiz kişiden biri Aziz Küçük, kırk yıllık arkadaşım. Gerçekten de tanıdığıma sevindiğim güzel bir insan, bir Anadolu pınarı:
“İnsan, /âşık olmadan ölürse/toprak incinir” diyor Aziz Küçük.
Sevmek farkındalık, ön görebilirlik ve değer bilirliktir. Farkındalık ve ön görebilirlik sentezi, var olan değeri görünür kılar. Bu noktada devreye giren estetiktir. İşte bu nedenlerden dolayı sevmek yaşamın itici gücüdür.
Aksak Şivan şiirini paylaşalım:
“Tanrım, sözcükler /Ecelsiz ölüyor dilimde/ Kalbimle konuşuyorum/ Artık gül ekmeli uçurumlara/Rüzgâr bir dostluk yapar da/ Sürgün dili atar eşiğine
Biliyorum, herkesin yalnızlığı tekil/ Bir tek benimki çoğul/ Şiir hanesinde
Duydun mu?
Sesim nefesinde”
Sesi, varlığı ve özlemi, istediğinin nefesinde vücut buluyor. Ve özlemiş ile bütünleşiyor varlığı. Söylemin gücü tetikliyor içe açılımları. Düşüncenin yılkısı, özgürce yayılıyor yaşamın yazısına…
Şiir seçkisi Aziz Küçük’ün öz yaşamını şöyle veriyor: “1958 yılında Malatya’nın Kuluncak ilçesinde doğdu. 1980’de Hatay’ın Eğitim Fakültesi’nde Türkoloji okudu. Beş yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Şubat 1987’de, Almanya’da Bremen’e taşındı. Şiirleri Har, Kasaba Sanat, Hayal Bilgisi, Çağdaş Türk Dili gibi dergilerde yayımlanmakta. Der ki, yaşadıkça şiir dedikleri yolculukta olacağım.” Gördüğüm kadarıyla o yolda devam ediyor.
Ah Lena adlı uzun şiirinin dizelerinden bir bölümünü alıyorum. Bu şiirde tutkunun tutsaklığını şöyle vurguluyor:
Sensiz, / Paspartusuz resim gibiyim/ Çerçevenin zorba kuşatmasında/ Derinlikten yoksun/ Bak şiirlerim bile kekeme
Kimsesiz bir çocuk uysallığında/ Ellerim mavi/ Ah! Lena/ Öksüzüm şimdi
Bilirim közü içinde barındıran/ Yangını yedeğinde taşır/İşte o cehennemimdir”
Aziz, aslında kelimenin tam anlamıyla bir halk adamı. Sosyal iletişime ilişkin hiçbir sorunu yok.  Görüldüğü gibi, dizelerinde olabildiğince mütevazi. Sadece elma ikram etmiyor şiir dostlarına; soyduğu elmaları dilimleyerek sunuyor! Daha ne olsun ki?
“Ter basmış gözlerini/ Tuz sızısı gözbebeğinin/ Saydamlığında körebe. / Bil ki, / En iyi denizler bilir/ Tuzun sudaki kül halini / Ah! Kandaki tuz tadında/ Aşkın ölümü”
Emeği görünür kılan dizeler onun aidiyetini; olay ve olgulara sınıfsal bakışını yansıtıyor. Bence sınıf bilinci olan şairler her koşulda toplumcudur. Kendisi için istemeden önce toplum için ister hep:
“Delişmen gençliğim/ Ağıtların peşi sıra gittiği/ Bir gül soykırımı/ “Tek Yol Devrim’di/ Yarını güzelleştirmenin/ Adı hala da öyle…”
Bir aidiyet ki, istenir bir yaşamı iletiyor kitlelere. “Benlerden oluşan bir “bizi” kucaklamak için kitlelerle birlikte yarınları. Farkındalıkla ön görebilirlik giriyor kol kola…
Aslında Aziz bu şiir seçkisini imzalayarak bana vereli birkaç yıl oldu. Başlangıçta, öteki yazarları da kapsayacak bir tanıtım tasarlıyordum. Onun için çalışmaya başladım. Ev içi düzenlemelerin yapıldığı bir süreçte kitabı kaybettim. Ta ki, dört gün öncesine dek bulamamıştım. Kitap bir paketin içinden ortaya çıkınca; bu gecikmiş tanıtım yazısını yazdım. Fakat, öteki on yedi kişiyi değil de sadece Aziz’in şiirlerini ele alabildim. Bilmem ki, borcumu ödeyebildim mi?
Son alıntı dizeleriyle yazıyı sonlandırıyor ve Aziz kardeşimin üretkenliğinin ürünlerini görmeyi yürekten umuyorum:
“Gül soluğuyla tutunduk hayata
Her ne kadar dikenli de olsa
Tek sevdaya teslim olduk
O da teslimiyet sayılırsa”