2015 ile 2023 yılları arasında uygulanan politikaların ekseninde Kürt sorunu ve ona ilişkin duyarsızlıklar vardı. İktidar kendi çıkarı olduğunda onlardan yararlanıyor, çıkarı bittiğinde buruşturup atıyordu. Oysa hukukun üstünlüğü dahası, bir sosyal hukuk devleti dendiği zaman, tüm bireylerin hukukun önünde eşit olması gerekirdi. Ülke varlıklarının paylaşımı her koşulda adil olmalıydı ve yaşamın her alanında fırsat eşitliği gözetilmeliydi. Aynı kapsamda farklılıklardan dolayı ayrıcalıklar olmamalıydı. Bu, farklılıkları yok saymak anlamında değil, aksine tüm farklılıkları görmek ve olduğu gibi kabul etmek anlamındadır. Ve laikliğin yaşama geçirilmesi ile liyakatin gözetilmesi talebi olarak algılanıp uygulanmadadır. Yaşamı savunmak ve paylaşmak, objenin yaşamsal gerekliliklerine saygı duymakla başlar ki, biz buna yasalar önünde eşitlik diyoruz. Yasalar önünde eşitliği, ilkeleri olan yasal dayanaklı kurumlar gerçekleştirebilir. Hayır kurumların böyle bir sosyal amacı gerçekleştirmesi söz konusu olamaz. Aslında bu talep sadece insanlarla da sınırlandırılmamalıdır. Böyle bir yaklaşım gelişmemişliği ve henüz ilkellikten kurtulunmadığını gösterir. Özünde söylememiz gereken; her varlığın varoluşu ve varlığını güven içinde sürdürmesi kutsaldır!
Dinamik toplumlarda süreç içinde partilerin tabanındaki farklılaşmalar nedeniyle bölünmesi doğaldır. Üstelik bu bölünme yaşam objelerinin güçlenmesi ile süren bir süreçtir. Siyasi yaşamımızda bu gibi örneklere çok tanık olduk. Fakat problem şurada; partiden ayrılan kesimler yeni bir oluşumla varlıklarını sürdürürler. Ancak ayrılmaların inandırıcı olması gerekir. İnandırıcılık yeni politik programların üretilmesiyle olanaklıdır. Ülkede hâkim kılınmak istenen politikaları tabanla birlikte siyasi partiler üretirse sorun yok. Eğer ülkede uygulanan politik tercihleri, bölgede çıkarı olan güçler(emperyalizm) belirliyor ise; yeni oluşturulan partiler örtük olarak egemenlerin çıkarlarını güvenceye almakla görevlendirilmiş olabilirler. Bağımlılık ilişkileri için değişmez bir kural var; güç odaklarına çıkar temelli yaklaşanlar, kaçınılmaz olarak onun hizmetine girer(!) Dünyanın bütün güvenlik güçleri, kesinlikle en güçlü olana hizmet eder. Bu çemberden çıkmanın yolu, kelimenin tam anlamıyla bağımsızlıktan geçer.
AKP, Refah Partisinden koptu; İyi Parti MHP’den ayrıldı. Bu olgulardan dolayı, kamusal yararlar zedelemediği sürece sorun yok; dahası, siyasi yelpazeye yeni renkler eklendiğinde, bundan yaşam yararlanır. Ancak, parti doğurmaları ön alıcı kurgulara dayanıyor ise; bu yararlı olmaz, aksine doğruya, iyiye, güzele ve doğal oluşumlara zarar verir. Somut olarak yaşadığımız örnekleri anımsarsak; AKP için ABD ile olan ilişkileri, ülkenin geleceğini etkilediği yönünde iddialara neden olmuştur. Öteki somut örnek; MHP, AKP ile örtük koalisyon yaptıktan sonra AKP ile Kürtlerin kurduğu partilerin ilişkiye girmesini engellemiştir. Bu farklı konumlarda sağın sağdan takviyesidir. Yelpazenin solunda CHP, HDP yakınlaşmasını da İyi Parti engellemiştir. Oysa 6’lı masada HDP yer alsaydı çok farklı gelişmelere tanık olabilirdik(!) Kürtlerin aktiviteye girmesine engel olan iki farklı yapının farklı değil de aynı olduğu, sonuçlar itibarıyla söylenebilir.
Ortadoğu’da çıkarlarını güvenceye almak isteyen emperyalizm, İsrail’in varlığına gerek duymaktadır. İsrail’in güvenliği, kendi çıkarlarının güvencesidir. İsrail’e destek olacak yeni güçlere de gerek duyulmaktadır. Bu ancak Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurularak sağlanabilir. Kürt devletinin kurulması dört devleti çok yakından ilgilendirmektedir. Bu noktada yadırganan şey, milliyetçi olduğunu söyleyen kişilerin emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmeleridir…
Devlet aklı, devleti yönetenlerin aklı değil, onların da uyması gereken bir akıldır. Bunun için “milli irade” denir. İrdelemeye çalıştığımız konuya ilişkin olarak Memduh Bayraktaroğlu’nun Mahir Kaynak ile yaptığı söyleşiden izleyelim: “Kaynak merhum, sohbetimizin bir yerinde şöyle dedi:
“Derin devlet ya da devlet aklı Türkiye’de dini kaldırmak isterse, bunu Ak Parti gibi siyasal İslâmcı bir partinin eliyle yapar... Eğer şeriatı getirmek isterse bunu CHP’ye yaptırır... Eğer Kürdistan’ın kurulmasına göz yumacaksa bunu da MHP eliyle yapar... Derin Devlet’in çalışma prensibi, derin aklı ve stratejisi bu şekilde çalışır...”.”
Bu noktada bir başka alıntıya başvuralım. BİRGÜN Gazetesinden dış politika uzmanı İbrahim Varlı son gelişmelere ilişkin şu saptamaları yapıyor: “Birincisi Kürt sorununun çözümü konusunda bir beklenti oluşturarak bunu anayasa değişikliği ve Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için kullanmak. Rejimin tahkimatı ve Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için hummalı bir çalışmaya girişildiği ortada. Bu plan için de içerideki ittifakın genişletilmesi, Kürtlerin desteği şart.
İkincisi Kürtler üzerinden Ortadoğu dehlizlerinde oluşacak boşluklardan yararlanmak. Erdoğan-Bahçeli’nin "iç cephe tahkimatı" için gerekçelendirdiği bölgedeki "sıcak gelişmeler"in merkezindeki Kürtlere dair İran, Irak, Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. AKP-MHP ittifakı İsrail’in fitilini ateşlediği savaş sonrasında oluşacak yeni denklemde Kürtler üzerinden alan tutma arayışında. ”
Bu önemli konu, kişisel çıkarlar için harcanmamalıdır. Ülke yararı her türlü kişisel çıkarlardan önce gelir. Ülkede gerçek bir iç barışın yolu, demokratikleşmeden geçmektedir. Bu sorun demokratik yöntemlerle çözülür ise, bundan Türkler, Kürtler dahası tüm yurttaşlarımız yararlanır.1978 yılından buyana süregelen çatışmalarla sadece insanlarımızı değil aynı zamanda kaynaklarımızı da kaybettik. Eğer bu sorun daha önce çözülseydi, şimdi; pahalılık, işsizlik, yoksulluk olmayacağı gibi çok daha iyi koşullarda olurduk(!)