Milliyetçilik duygularının tavan yaptığı süreç hiç kuşkusuz kurtuluş sürecidir. Kurtuluşu izleyen kuruluş süreci de aynı çığırdan yoluna devam eder. Özünde bu bir yaşam savaşının pratiğe taşınmasıdır. Geri almak, savunmak, korumak temelli bir olmak ya da olmamak mücadelesidir(!) Başlangıca temel olan zemin kuruluşla şekillenir ki, bu süreç yeni olandır. Öz gücüne dayanarak, özgürlük ve bağımsızlık için mücadele etmektir. Bağımsızlık için özgürlük bir olmazsa olmaz iken; özgürlük içinde bağımsızlık aynı işleve sahiptir. Bu iki üstün nitelik, demokratiklik, laiklik ve liyakatle desteklenmelidir. Eğitimli, bilgili ve bilinçli bir toplum ancak bu şekilde yeniden yaratılabilirdi(!)

Genellikle kuruluşlar kurtuluşu izler. Bizde kurtuluş ile kuruluş iç içe geçmiştir. Dahası, kurtuluş kuruluş sonrasına da sarkmıştır. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi kurtuluş sadece dış düşmanlara karşı verilmemiş, onların işbirlikçisi olan iç düşmanlara karşıda verilmiştir. Dış düşmanlar yenilmiş ve çekip gitmiştir ama içteki kurtuluş karşıtı olanlar ise var olmaya devam etmişlerdir. Kurtuluşu ve kuruluşu izleyen süreçte geri çekilmişler ama karşı oluşlarını kin ve öfke ile beslemekten geri durmamışlardır. Kendilerince buldukları her fırsatta ayak bağı olmaya devam etmişlerdir. Bu nedenle kurtuluş kuruluşa sarkmıştır. İkinci önemli neden, eski yapının ve sistemin kökten değiştirilmesinin zorunluluğudur(!) Yeni bir devlet ancak her şeyi yeniden ve çağdaş bir yaklaşımla ele almakla olanaklıydı. Yani, sadece iç ve dış düşmanlardan değil; yaşamın ayak bağı olan köhne yapıdan, cehaletten de kurtulmak gerekiyordu. Mustafa Kemal bunun gereğini yapmıştır.

Atatürk milliyetçiliği ayrıştırıcı değil, birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçiliktir. Fırsat eşitliği temelinde; çağdaş, bilimsel ve akılcı bir yaklaşımdır. Yapıya egemen olan kurtuluş birlikteliği bunu gerektirmektedir. Bu nedenle doğasını, varlıklarını ve kaynaklarını koruyan; eşitlik temelinde sahipliği ve ortaklığı öngören, yaşam yanlısı bir yaklaşımdır…

Bu yapının oluşmasında farklılıklar değil birliktelikler, zorunlu beraberliklerle benzerlikler belirleyici olmuştur. Kurtuluş Savaşı şehitleri arasında, Anadolu’da yaşayan halklardan insanların kayıtlara geçtiğini görürüz. Sivil oluşum özgür iradi katılımı yansıtır. Sorun algısı ortak olan özgür bireyler öncelikle sorun veya sorunlar çevresinde yer alarak, söz konusu sorunun çözülmesini amaç olarak belirlerler. Bu belirleme yapıldıktan sonra çözüme götürecek yol ve yöntemler bulunur ve uygulanır. O zaman, sivil tanımını şöyle formüle edebiliriz. Bir sorun çevresinde ve çözüm temelinde bir araya gelen ve özgür iradi katılımcılardan oluşan; ast ve üst ilişkisi olmayan ve herhangi bir otoriteden emir ve direktif almayan yapılanma sivil oluşumdur. Milliyetçiliğin ve dinciliğin geçmişi güncelinden daha değerlidir. Bu nedenle geçmişteki altın çağı (gerçekliği tartışmalı olan) geleceğe taşımak çabasındalar(!) Milliyetçilerin her şeyi sadece büyük değil, en büyüktür; dincilerin her şeyi sadece doğru olan değil, tartışmasız doğru olandır(!) Buna karşın, milliyetçiler din sosuna bulanırken; dincilerde milliyet kokteyline yönelmektedirler. Bu sapmaların nedeni olarak paylaşımdan pay alma istemi belirleyicidir. Her iki kesimde sermayenin kendisi olabileceği gibi, mutlaka onun hizmetinde olandır. Toplumu düzenleyip yönlendirmede bu parametreler belirleyicidir. Düzenlemenin dozunu egemenler çıkarlarına göre ayarlarlar. Din ile milliyetçilik soyut değişkenlerdir ve maddi değerleri kontrol edenlerin hizmetindedirler. Maddi değerlere egemenler el koymakta, manevi değerlerde yoksullar sahip çıkmaktadır. Olmayanı var saymak temelli bilimsellikten uzak yaklaşımlar aynı şekilde olmayanlardan beslenmektedirler. Din ve milliyetçilik ön kabulleri olan inanç temelli yaklaşımlardır. Farklı elamanlar gibi gözükmesine karşın, her ikisi de aynı kümenin elemanıdır. Aynı kümenin elemanları kaçınılmaz olarak ortak özellikler taşırlar. Daha açık bir biçimde ifade edersek; bu iki farklı kavram birbirinin içine geçmiştir.  Her ikisi de ötekine karşı geçirgendir. Ortak omurgalarında ise, bilgi yetersizliği yatar. Bu ikili sarmal toplumların açmazıdır ve onları çıkmaz sokağa sürükler. Merdiven altı aktarımlarıyla alıcılara ulaştırılan ve gerçeklik gibi, tutarlılık gibi endişesi olmayan iletilerdir. Milliyetçilik dendiği zaman onun altı nasıl dolduruluyor? Yurtseverlik, insan severlik ve varlık severlik temelli yaklaşımlar gerçek milliyetçiliktir. Milliyetçilik adı altında kullanılabilir bir kitle yaratmak yığınları yanıltır. Ezenlerin ve sömürenlerin hizmetinde olanlar her şey olabilir ama milliyetçi olamaz! Atatürk milliyetçiliği eşitlik temelinde geliştirilen demokratik bir milliyetçiliktir. Yasalar önünde eşitlik, adil paylaşımda eşitlik ve yaşamın her alanında fırsat eşitliği gerçekleştirilir. Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyet, her özgür bireye her şey olabilmenin kapılarını açmıştır. Dahada önemlisi, bu eşitlikleri kadın-erkek eşitliğini yaşama geçirerek taçlandırmıştır. Eğitimde, sağlıkta, güvenlikte ve güvencede eşitlik ayrıcalığı liyakate bağlanmıştır. Değer üretenlerin ayrıcalığı kavranarak karşılığı verilmiştir. Atatürk milliyetçiliği eşitliği öngörmektedir. Ön açan, yol gösteren ve destekleyerek el atan bir yaklaşımdır. Bütün bunların temelinde; “Üreten köylü milletin efendisidir.” Söylemi ayrımsız, birleştirici, bütünleştirici ve değişim temelli bir yaklaşımdır. Dayanışmayla üreten, üretilenleri adil olarak paylaşan ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışı yer alır. Milliyetçiler tanımadıklarının, dinciler bilmediklerinin savunuculuğunu yaparlar(!)