Evrimleşmek insanları insanlığa taşır. İnsanlığa yürümenin ön koşulu, aklını yaşamdan yana kullanmakla başlar. Bu yazıda, aynı yönü işaret eden farklı düşünceleri sıralamaya çalışacağım:

Düşünce en önemli insan çıktısıdır; bunu kavramayanlar onu yasaklamaya çalışırlar(!) Aslında düşüncenin engellenmesi olası değildir. Engellenmeye çalışılan üretilen düşüncelerin iletilmesi ile ilişkilidir(!) Bundan sonraki halka, belirli bir düşünce çevresinde örgütlenme girişimleridir. Mevcut yapılar (statüko) kendisine karşı olan veya olabilecek olan düşüncelere müsamaha etmez. Bu konuda hemen itibarsızlaştırma silahına başvurur…

Düşünce her koşulda yaşamdan yana olmalıdır. Yaşamdan yana olan düşünce özünde kendisinden yana olmaktır.

Yargı yoksa hukuku yok, hukuk yoksa haklı yok, haklı yoksa güçlü var(!) Güçsüzleri güçlülerden korumak için yasalar, kurumlar ve teamüller var. En güçlü olarak varlığını hissettiğimiz şey devlettir. Bu nedenle normal vatandaşlar devlete karşı korunmalıdır ki; koruyucu elde devlete çıkar(!)

Zayıflar, yoksullar ve arkasızlar, hesabı hayatları ile ödediklerinde; buna kader denir(!) Ön kabuller sadece ondan çıkarı olanların yararınadır. Ön kabullerden çıkarı olanlar egemenlerdir! Yani, kapitalistlerdir, emperyalistlerdir ve onların taşeronlarıdır. Ağırlıklı olarak taşeronluk görevini üstlenenler çarpıtılmış olan milliyetçilikle dinciliktir(!)

Doğrunun güzel olmak gibi bir iddiası yoktur, ona güzelliği biz yakıştırırız. Bunu yapmakla da iyi bir şey yapmış oluruz. Çünkü doğular güzelliklere ve istenişlere götürür. Doğru güvendir, ahlaktır ve vicdandır; doğrular yaşamı yaşanır kılandır.

Yaşamdaki maddi kopuşlar manevi sığınmaları tetikler. Yoksul ve yoksun olanlar aynı zamanda muhtaç olanlardır. Muhtaçlar istediklerini değil, kendilerinden istenenleri yaparlar. Bu nedenle yoksulların özgür olma şansı ya yok ya da çok azdır(!)

Hukuk güvenin güvencesidir. Güven duygusu, üretmenin olmazsa olmazıdır. Üretenler yaratıcıdır. Üretenlerin yaratıcılığı, yaratılmış olanların kulluğu tartışılamaz!

Doğada en ısrarcı olan yaşama tutkusudur; yaşamını kaybedenin yerini, yaşamını kaybedecek olan alır. Duygular yaşamın dinamosudur. Sevmek ne kadar gerekli ise; korkuda o kadar gereklidir. Çünkü korku önlem demektir; önlem üretmek ve yaratmaktır. Yani korku yaşamın olmazsa olmaz renklerinden biridir…

Bilinç, her adımda genişleyen bir evrende yürümektir. Bilinç öznenin büyüyüp gelişmesine, yaşama dal-budak salmasına olanaklar sunar.

Bilinç, bilgi üretir ve üretilmiş bilgiler, bilinci besler.

Bilinç, yaşamı düzenleyip yönlendirmenin, üretip yararlanmanın, algılayıp yorumlamanın ve öngörerek kurgulamanın kaynağıdır.

Bilinç sorun farkındalığının, soru sormanın ve çözüm üretmenin kaynağıdır.

Olabilirlikleri olmadan görme, bir bilinç çıktısıdır. Yani bilinç farkındalıktır.

Bilinç, olanakları ölçüsünde bilmek ve dahada önemlisi, öğrenmenin yol ve yöntemlerini bulabilmektir.

Bilinçli insan özgür olduğu için üretkendir. Bilinçli beyinlerin en etkili üretimleri, yaratıların yaşamla buluşturulması eylemidir.

Bilinç, bilinmezlerin sınırını algılayabilmektir. Neler yapılabileceğini bilmek, nasıl yapılacak sorusuyla buluştuğunda; üretmek ve yaratmak kaçınılmaz olur.

Tüm bu olguların öznesi insandır. İnsan yaşadığının farkında olarak; öteki insanlarla birlikte yaşaması gerektiğinin bilincinde olandır. Öteki insanlar birebir kendisi gibi olmayandır ama kendisi gibi var olandır. Burada belirleyici olan varlık olgusudur. Farklılıklar, varlıkların ayrıntısıdır. İnsanların zenginliği, farklılıkların birlikteliği toplamıdır. Birliktelik her koşulda tekilden daha büyük ve güçlüdür. İnsanlar insan yaşamının egemeni olabilir ama, tüm yaşamların tek egemeni değildir(!) “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…” Nazım Ustanın bu vurgusu; özgür, eşit ve kardeşçesine ortak bir yaşamı işaret ediyor. Doğanın kendilerine sunduğu yaşam olanaklarını fırsat eşitliği temelinde ve mümkünse gereksinildiği kadar paylaşılması gerektiğini söylüyor. Topluluk halinde yaşayan öteki canlıların kayırıcılık yaptıkları iddia edilebilir mi? Kendi topluluklarından olan hemcinslerini ötekileştiriyorlar mı?

İnsanların ortak yaşamını bozan şey, doğaya karşı işlenmiş olan “çit çevirme” suçudur(!) Ne yazık ki bu suç yadırganmamış, aksine benimsenmiştir(!) Bu nedenle insanlar söz konusu olduğunda; en büyük problem paylaşımdır! El koyan paylaşımdan kaçınmış olur. Paylaşımdan kaçınmak, haksız kazanç sahibi olmak anlamına gelir. Haksız kazanç sahipleri süreç içinde toplumun egemeni olur. Sonra, en güçlü olan öteki güçlüleri çevresinde toplayınca; yığınların itaatten başka seçeneği kalmaz(!) İnsanca yaşama talepleri kıvılcımlanır. Yaşamı yaşanılası kılma çabaları muhalefet saflarında gelişir. Egemenlerce muhalifler, yok edilmesi gereken unsurlar olarak damgalanır. Biat ederek itaat edenler olası geleceklerin önündeki en büyük engel olur. Bu olgudan doğal yaşam zarar görür!

Politik tercihler insan ilişkilerini etkilemektedir. Oysa temel olan, öncelikle yaşamlara saygı duymaktır ve insan yaşamı da bu kapsamdadır. Kayırmalar, ötekileştirmeler, paylaşmama ve el koymalar temelinde oluşturulan politikalar, insan ilişkilerini dinamitler(!) Bir toplumda örgütlülük ve bilinç düzeyi yeterli olmazsa, azınlıkların adil paylaşımı dışlayan çıkarcı yaklaşımları egemen olur. Dolayısıyla temel sorun insan olamamak sorunudur!...