Olanaklar ölçüsünde yaşam kolaylaştırıcısı araç ve olanaklara sahip olmak ve güvenli bir yaşam güvencesi içinde olmak refah düzeyi ile ilişkilidir. Güvence barınma, beslenme ve korunma odaklarıyla güven verebilir. Bunların istenir biçimde olabilmesi için akılcı kaynak kullanımının, kaynak yaratmaya evrilmesi gerekir. Bu tek kelimeyle üretim demektir. Üretimin özgürce yapılabileceği bir ortama gerek duyulur. Aynı bağlamda, özgürlük ve bağımsızlıkla birlikte bir olmazsa olmaz olan laikliğin mutlaka olması gerekir. Kuvvetler ayrılığının, hukukun üstünlüğü temelinde uygulanması; denge, denetim ve fren mekanizmalarının olması gerekir. Bu vurgulanan şeyler olmaz ise toplumsal refahtan söz etmek güçleşir. Bunlar örtük olarak adil paylaşımı işaret etmektedir. Paylaşım demokratikliğin varlığının kanıtıdır. Demokratik olmayan yapılarda sistem paylaşmak üzere değil, olabildiğince paylaşmamak üzerine kurulur(!)
Refah, gelişme ve büyüme ile olduğu kadar, ekonomik ve mekânsal koşullarla ilişkili bir olgudur. Refahın temel değişkenlerinden biri sınıfsallıktır. Mevcut sistem ve kurumlar sınıfsal temelde yapılandırılmış ve meşruluğu topluma kabul ettirilmiştir. Genelde elitler her toplumda refah içinde yaşamanın bir yolunu bulur. Emek kesimi için refah, emeğinin karşılığı ile ilişkilidir. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi yakalayan ücret adil olabilir. Adil paylaşım, fırsat eşitliğinin gözetildiğini gösterir.
Geçmişi bugüne taşıyan iradi güçler, bugünleri de istendik ve güvenli yarınlara taşımak yükümlülüğündedir. Bu açıdan bakıldığında refahın gelecek ile çok yakın bir ilişkisi var. Önemli olan gerekli çıkarsamaların yapılması yoluyla geleceğe katkılar sunabilmektir. Refahın yakalanması kadar, sürdürülebilirliği de çok önemlidir.
Yeni tasarımlar için düzey belirlenmesi kaçınılmazdır. Ekonomik büyüme, gelir düzeyi, sağlık, eğitim ve yaşam kalitesi gibi göstergelere bakmak gerekir. Ancak bu göstergeler eşit dağıtıldığında adaletli paylaşım gerçekleştirilebilir. Farklı bölgeler refah dağılımının farklı olmasına neden olabilir. Bu noktada pozitif ayrımcılığın devreye girmesi gerekir. Her özgür iradi katılımcı birey, ülkesinin tüm kaynaklarının asli ortağıdır. Bu konuda bireylerin tercihlerinin önü açılırken; yaşamsal konularda bilimsel yönlendirme ve katkılar sunulmalıdır. Aslında toplumdaki her ayrımcılık, toplumsal kesimler açısından farklı sonuçlar doğurur.
Kent planlamasının yaşam temelli olarak ele alınması ve ayrımsız olarak tüm varlıkları dikkate alması gerekir. Kent için gerekli düzenlemeler sadece sermaye için değil, halk için yapılmalıdır. Her düzenlemede yaşam yararı da gözetilmelidir. Bir toplumda nüfusun %20’si ulusal gelirin %90’ını alıyor ve geriye kalan %80 gelirin %10’unu paylaşıyor ise; o toplumda refah sadece küçük bir azınlık için söz konusu olabilir(!)…
SOKAĞA BAKAN ÇAMAŞIR…
Rüzgârda savrulan yalnızlık yaşamın her kıvrımında.