“Sıra var” diyor patron.
Gerçekte işçiye değil, yerine geçecek işsizlere sesleniyorÇünkü korku, bu çağın bordrosuz denetim aracıdır.
Çünkü günümüzde “Sıra Bekleyen Açlar” söylemi; patronun en güçlü silahıdır.
Günümüz patronu yalnızca maaş bordrosunun değil, psikolojik zincirin de sahibi ve en güçlü, en acımasız sözleri şu:
“Beğenmiyorsan git, dışarıda senin yerini bekleyen onlarca işsiz var.”
Bu sözler; işçinin göğsüne doğrultulmuş namludur.
Bazen gülümseyerek, bazen gözyaşıyla söylenir. Ama kesinlikle şaka değil, acı bir gerçektir.
Bu tehdide karşı sendika ne yapsın?
Gerçek ortamda sendika varsa "temsilciyi işten attırıyorlar",
Dijital ortamda sendika varsa "hesabını kapatıyorlar."
Çünkü bugün işverenin koruması kolluk kuvveti değil, işsizlik korkusudur. Bugün işçi kıyımı, algoritmik sessizlikle yapılır.
Varsaylım ki dijital sendika kurdunuz.
İşçiler bir Discord kanalında, Zoom toplantısında ya da Slack grubunda bir araya geldi.
Peki ya sonra?
-
Platform; sizi “topluluk kurallarını ihlal” gerekçesiyle kapattı.
-
İşveren; organize olan herkesi “verimlilik düşüklüğü” bahanesiyle sistem dışına itti.
-
Egemen güçler; bu yapıyı “örgütlenme değil, yasa dışı yapı” diye etiketledi.
Çünkü dijital çağda örgütlenmek değil, dağılmak / bölünmek / parçalanmak kolaylaştırılmıştır. Çünkü dayanışmak yasaktır.
Bu koşullarda prekarya yeterince yürekli midir? Hayır.
Çünkü; Prekarya yalnızdır. Prekarya borçludur. Prekarya kirada, kredi kartı limitinde, takiptedir. Prekarya bireysel başarıya odaklıdır. Prekaryanın; yoldaşı değil, rakibi vardır.
Bugünün işçisi, "sınıf bilinci" değil, “kişisel markası” için savaşım verir. Çünkü en başından beri küreselleşme kuramı ona toplumcu değil, bireyci olması gerektiğini söylemiştir.
Bu nedenle; yürek varsa bile parçalanmış, istek varsa bile ezilmiş, savaşkanlık varsa bile bireysel kurtuluşa yönelmiş durumdadır.
Ne Kaldı Geriye?
Sendika olsa ne olur, olmasa ne olur?
Eğer işçi tek başına kalmaya tutsak edilmişse... Eğer sendika işverenin danışmanı gibi davranıyorsa... Eğer kolektif hak bir "talep" değil "lütuf" gibi sunuluyorsa...
Bu durumda düzen; işçiyi değil, işçinin umudunu teslim almıştır.
Belki “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar”ın çağı geçmiş olabilir. Bugün için belki şimdi de zincirlerini “kiralayan”, “abone olan”, “sürdürülebilir kılanlar”ın çağındayız. Ama belki de bu çağda ilk devrim; prekaryanın kendisine şunu dürüstçe sormasıyla başlayacaktır:
“Ben neden bu kadar sessizim?”