Yaşanan süreçte ayrıntılar ve ilişkiler aynı karede gözükmeyebilir. Parmak basılan süreç sonrası gelişmeler ilişkileri, olay ve olguları ortaya çıkarabilir. Bu ortaya çıkış sorularla yanıtları buluşturabilir. Birtakım olayların zamana bırakılması bu açıdan anlamlıdır.

MHP, 2002’de AKP’nin meclise girmesine ve birinci parti olmasına kapı aralamıştır. %33 oyla, %66 gibi bir temsil yakalamıştır. Söz konusu süreçte, kendisi ve bazı partiler baraj altında kalmıştır. AKP’nin meclise girmesini sağlayan erken seçim talebiyle, MHP görevinin gereğini yerine getirmiştir. Bu gelişmelerden sonra 57. Ecevit Hükumeti çok büyük kayıplar yaşadı(!)

AKP’nin kazanmasıyla görev bitmedi. Yeni görev, AKP ile kayıkçı kavgasını sürdürürken; CHP ile Kürt siyasi hareketinin yakınlaşmasını engellemekti. 2015 yılındaki başarısız açılım tezgahından sonra Haziran seçimleri sonrasında AKP mecliste azınlığa düştü. Yeni durum, acilen yeni bir görev tanımlıyordu. AKP’ye destek vererek yeniden hayata dönüşünü sağlamak. Bu yeni durumdan doğan zorunluluk, önceki görevin yerine getirilmesini aksatabilirdi. Yeni bir oyun kuruldu ve MHP’ye sezer yanla doğum yaptırılınca, nur topu gibi bir kız çocuğu sahne aldı. İyi Parti MHP’nin bırakmak zorunda kaldığı görevi devraldı. CHP’nin Kürt siyasi hareketiyle yakınlaşması uzun süre engellendi. Oysa geçici bir uzlaşma muhalefeti iktidara taşıyabilirdi(!)

2023 Seçiminde muhalefet kaybetti ve iktidar küçük ortağıyla birlikte yoluna devam etti. Seçim sonrasında Akşener o ünlü itirafını yaptı; “Devlete karşı son görevimi yaptım!” Farklı kanallardan bazı sızıntı bilgiler, altılı masanın altının içten oyulduğunu gösteriyordu.

Şimdi artık Cumhur İttifakının yeterli olmadığı görüldü. Bu sefer de DEM ittifaka dahil edilmeye çalışıldı. Gerçi DEM böyle bir ittifak olmadığını açıkladı. Bu süreçte “Yeniden Açılım” gündeme getirildi. Aslında bütün bu manevralar sadece zaman kazanmak amacıyla yapılıyor gibi. Tıpkı, “İstikşafı” görüşmeler gibi(!)

İktidar kaybetmemek için çırpınırken; muhalefet kazanmamak için elinden geleni yapıyordu(!) Gün geldi ağır aksak seçimler oldu, her iki tarafta amacına ulaştı(!) Ondan sonra yığınlar öksüz, yetim, çaresiz kaldı!

Bütün bu olanlardan sonra yığınlar, inandıkları yalanların ardından gitmeye devam ediyordu. Bu arada biz azınlıkta kalanlar her defasında aynı filmi feryat figan ve çırpınarak izlemek zorunda kalıyorduk! Sessimiz ve soluğumuz kesilirken tükeniyorduk!

İktidarla benzeşen tek yanımız, aynı mekanları ve vatanı paylaşmak dışında (bizim payımıza hiçbir şey düşmüyordu), yarınlarımız için çırpınmaktı!... İşin ilginç yanı, muhalefet iktidar olamadığı gibi; muhalefet de olamıyordu!

Sanki rüzgâr yön değiştirdi. Artık yığınların rızasını almak(çalmak) eskisi kadar kolay değil. İşçiler, emekliler, emekçiler, memurlar, çiftçiler, küçük esnaf paylaşımdan pay alamadığı için hoşnut değil.

Devlet, varlık nedeni olan vatandaşlarının eğitim, sağlık ve güvenlik giderlerini “yük” olarak gördüğü an, varlık nedenini yadsımış olur. Bu gibi bir yadsıma özünde bir devlet krizidir. Böyle bir yaklaşımın sağlıklı olmayacağı görülmelidir. Dahası devletin, varlık nedeni olanları görmezden gelmesi, kendi yok oluşunun yolunu açmak anlamına gelir. Devletlerin temel güvencesi, donanımlı vatandaşlarıdır. Yani, eğitimli, sağlıklı ve sosyal güvencelere sahip olan vatandaşlardır. Bu temel güvenceler aynı zamanda adil paylaşımın, eşitliğin kanıtı olur. Özgüvenli vatandaşlar fırsat eşitliğinden yararlandığı sürece; demokrasinin varlığı ve hukukun üstünlüğünün kabul edilerek uygulandığı anlaşılır. Dolayısıyla vatandaşlar devletin varlık güvencesidir. Vatandaşlar ne kadar donanımlı olursa, devlet de o oranda saygın olur ve onurlu vatandaşlarıyla birlikte güvenli geleceğe yürür…

Bir ABD’li yetkili ile yapılan görüşmede yaklaşık olarak şöyle bir diyalog geçiyor; “Ülkenizden çıkan hainleri ne yarsınız? Yok ederiz. Peki yabancı ülkelerden çıkan hainleri ne yaparsınız? Ülkemizin çıkarları için kullanırız(!)” Burada ahlakın kırıntısı yok; kazanmak için insanlığından kayıpları göze alabiliyorlar!...