Bir gün, bilimin verdiği yanıtlar yetmediğinde, insanlar Kaf Dağı’na tırmanmaya başlar. Ama orada Simurg’u değil; çip takan şeytanî milyarderleri, laboratuvarlarda virüs üreten gizli örgütleri, her felaketin arkasındaki "o karanlık aklı" ararlar.

Ve işte o an, gerçek orada analitik değil, “hissettirilen” bir şey olur.

Son yıllarda nereye baksak, kiminle konuşsak, kulağımıza aynı fısıltılar geliyor:

“Her şeyin arkasında bir oyun var...”
“Bu salgın gerçek değil, bir planın parçasıydı...”
“Bizi izliyorlar. Dinliyorlar. Sayıyorlar.”

Giderek daha çok sayıda kişi, dünyayı "görünmeyen ellerin" yönettiğine inanıyor. Öyle ki bilim insanlarının bile şaşırdığı verileri, sokaktaki yurttaş bir YouTube videosu izleyerek açıklıyor. Üstelik öyle bir güvenle söylüyor ki, Einstein bile yeniden doğsa bu kadar kendinden emin olamazdı.

Ama neden?

Çünkü komplo, kaygının kısa yoludur

İnsan belirsizliğe dayanamaz. Beynimiz “bilinmeyenle” baş etmek üzere evrimleşmedi.
Bundan dolayı “neden oldu?” sorusunun yanıtı karmaşıksa, basit bir öykü üretiriz. Bu öykünün baş kötüsü hep vardır. Çünkü “faili belirsiz yaşam”, insan düşüncesinin en büyük korkusudur.

Komplo kuramı, bu korkuya karşı bir panzehir gibidir. Uydurulmuştur belki, ama en azından açıklıyordur!
Ve bazen açıklama, gerçekten daha değerlidir bizim için...

Dünlerde dergilerden bilgi alınırdı, şimdi "bir takipçimin gönderdiği video" diye başlayan sözlerle bilgi paylaşılır.

YouTube videoları, Tiktok’ta yayılan montajlar, WhatsApp gruplarındaki görseller... Böylece bilginin değil, “gizli bilginin” piyasası oluştu.

Gizli bilgiye sahip olduğunu sanan kişi, bir tür “küçük tanrı”ya dönüşür.
Bilime güvenmek yerine, “ben o oyunu çoktan çözdüm” diyerek kendini farklı hisseder.
Narsisizme bulanmış bu duygu, düşünmekten daha çekicidir. Çünkü düşünmek yorucudur. Komplo kuramı ise basittir, kesindir ve size özel bir güç hissi verir.

Komplo kuramları yalnızca cahil bireylerin eğlencesi değildir. Bazen iktidarlar da komployla yaşar, komployla yönetir.
Çünkü “karanlık bir düşman” imgesi, içerideki grubu kenetler. Korku büyüdükçe, biat artar.

Bazen bu düşman dış mihrak olur, bazen çip takan ilaç şirketleri, bazen de "yeni dünya düzeni"…

Ama amaç hep aynıdır; halkın öfkesini başka yöne çevirmek... Kendine değil, komplo figürlerine düşman yaratmak.

Bu çağın en trajik gerçeği şudur:

Dünyanın virüslerini araştıran bilim insanlarına değil, Instagram’da video çeken “biyoloji meraklısına” inanılıyor.

Çünkü bilim "emin değiliz" der, komplo kuramı "her şey nettir" der.

İnsan doğası netliği sever. Kesinlik, belirsizliğe yeğlenir.

Ama ne yazık ki “Düşünüyorum öyleyse varım” değil, “Hissediyorum öyleyse varım” çağına geçtik.

İşte bu nedenle sosyal medya duygularla oynar. Haber siteleri değil, “story”ler bilgi kaynağıdır. Görüntüler düşüncenin yerine geçmiştir. Ve işte tam bu iklimde, komplo teorileri filizlenir. Çünkü onlar da duyguya hitap eder; korkuya, öfkeye, ötekine duyulan nefrete

Komplo kuramları neden bizi büyülüyor?

Çünkü anlam arıyoruz.
Çünkü karmaşık gerçekler yorucu, kolay öyküler çekici...
Çünkü bilgiye değil, duyguya yatırım yapıyoruz.
Çünkü gerçeğin ağırlığını taşımak zor geliyor.

Ama unutmayalım:
Gerçek yorucudur. Gerçek; Kaf Dağı’nın tepesinde değil,kitapların, deneylerin, sorgulamanın derinliğinde gizlidir.

Ve evet, bazen "gerçek" bir komplo da olabilir. Ama her olan biteni komplo sanmak, işte bu komployu yönetenlerin tam da istediği şeydir.

Çünkü düşünmeyen halkı yönetmek çok kolaydır.