Güven toplumun harcıdır. Bireyleri bir arada tutan en önemli bağlardan biridir. Üzerinde yaşanılan toprağı vatan yapan duygudur. Ancak güven kurum ve ilkelerin güvencesinde olmalıdır. Bağlılık veya sadakat denen kavramlar sadece eşitler arasında geçerlidir. Kişisel güvenliğin ilkel basamağı kan bağı ile belirlenmektedir. İnsanlar arasındaki yapay ayrımlar eğitim ve bilinçle aşılabilir. Eğitimin çağdaş, bilimsel ve demokratik olması, doğal olarak bireylerin bilinç düzeyini artırmaktadır. Bilinç düzeyi artan bireyler için farklılıkların doğal olarak algılanması sorunların aşılmasına olanak sunar. Bu oluşum güven duygusunu artırır. Bu özgür iradi beklentiler kurumsal güvencelere kavuşturulunca toplumda güven duygusunun yanı sıra yaşam düzeyi de yükselir.
“Güvenlik algısı kişilerin konum ve koşulları ile ilgilidir. Kişisel konumlar belirleyici olunca, kaçınılmaz olarak sınıfsallık olaya damgasını vurur! Varsılların en büyük güvencesi, yaratmış oldukları sistemdir. Her sistem kendisini yaratan sınıfın ideolojisini yansıtır. Yani, egemenlerin yaşama ilişkin tasarımlarını yansıtmakla kalmaz; elindeki ideolojik aygıtlarla bunu genel çoğunluğa da benimsetmiş olur. Bu süreçte yaratılmış olan kurumlar ve kuruluşlarda egemenleri gözeten hukuk sistemi güvencesinde yaşama geçirilir.”
Güven, dayanışma gerektirir. Dayanışmanın aynı anda bir örgütlülük olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle örgütlü toplumlar çağdaştır. Sendikaların anlam ve önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Tanığı olduğumuz taşeron işçiliğin ne anlama geldiği bu seçenekler ışığında daha iyi anlaşılabilir.
Örgüt, iktidar için veya iktidara karşı olan bir yapılanmadır. Bu kapsamda muhalefetin hükumeti devirme girişim ve çabaları ( yasal olarak şiddet kullanımı ve yasaların suç saydığı haller hariç) bir erdem olarak kabul edilmelidir. Çünkü iktidar olabilmek için iktidarda olanın yerine geçmek gerekir. Bunun yolu yasal sınırlar içinde örgütlenmekten geçer. Bu örgütler; partiler, dernekler, sendikalar, birlikler ve kooperatiflerdir. Bu örgütlerin var olabilmesi ve sorunsuz biçimde varlığını sürdürebilmesi ancak, hukukun üstünlüğünün benimsendiği demokratik yapılarda olabilir. Güven duygusu gelişimin ve demokrasinin temelini oluşturur.
Kişilerin kan bağı gözetilmeksizin birbirine güvenmesi, onurlu ve insanca yaşanabilir bir iklimin olması ile olanaklıdır. Özgür iradi katılımcı bireyler kurumlara ve kendilerini yönetenlere de güvenmelidirler. Bunun siyasi anlatımı şeffaflıktır. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk önemli bir noktaya parmak basıyor: “100 Bin tane cami ve 80 bin küsur bu camilerde namaz kıldıran görevli insan. Ve devlet bütçesinden 2 katrilyondan fazla parayla bu işleri kotaran bir teşkilat.
Ve bu ülke, dünyada; ahlaksız, yolsuzluk, yalancılık, dolandırıcılıkta listenin ilk 10’u içerisinde.
Böyle bir ortamda güven duygusundan söz etmek olası mı? Tanımak güveni önceleyen bir kavram ama, aynı zamanda güvenin altyapısını oluşturur. Tanımak; objenin verili koşullardaki konumunu olabildiğince ayrıntılarıyla algılamak ve objenin süreç içindeki olası değişimlerini öngörebilmektir. Yani, beklentinin gerçekleşmesi halidir. Olası etkiler karşısında verebileceği tepkileri en az hata ile tahmin edebilmektir.
İçinde yaşadığımız koşullarda toplumdaki güven düzeyini saptamak yararlı olabilir. Yasa ve kurumlar toplumsal güvenin güvencesidir. Güvenli bir ortamda komşuların güvenirliği de gereklidir. Hangi sınır komşumuza güvenerek sırtımızı dönebiliriz? Yönetenlerin iddialarına kaç kişi gözü kapalı olarak inanabilir? Güvenin test edilişi bu noktada başlar. Güven tüm varlıkların ve doğanın yararı için gerekli olduğu gibi, geleceğin güvencesi içinde mutlaka olması gerekendir. Güven, üretmek ve yaratmak için uygun iklim oluşturur. Bu umutların gerçekleşmesi, refahın yaygınlaşması ve mutlu birlikteliklerin güvencesidir. Bütün bunlar, hukukun üstünlüğünün benimsenmesi temelinde demokratik ve laik yapılarda gerçekleştirilebilir. Adil paylaşım ve fırsat eşitliği güven olgusunu topluma benimsetir. Bu, güvenin güvenceye alınmasıdır…