İngiltere’nin sisli sokaklarından Ege’nin güneşli kıyılarına kadar uzanan bir cadılar korosu yükseliyor son yıllarda... Şapkasını takan, yüzünü boyayan, fenerini yakan, Didim sokaklarında "şeker mi şaka mı?" diye dolaşan İngiliz komşularıyla sabahlara kadar dans eden Türkler'i gördüğümde; kendimi bir anda Cadılar Bayramı’nın Doğu Akdeniz uyarlamasında buluyorum her yıl Ekim ayının son gününde...
Yıllardır İstanbul’un bazı semtlerinde görmeye alışkın olduğumuz bu bayram, son yıllarda Didim’de yaşayan İngilizler aracılığıyla buralarda da yaşanır oldu.
Peki bu bayram neyin nesi? Dışarıdan ithal mi? Elbette. Ama her ithalat zararlı değildir ki... Yüz yıllar önce Anadolu topraklarına gelen domates ve patates gibi düşünün ya da yılbaşı kutlamalarında fırına attığımız kestaneli hindi dolması ve yanındaki kabak tatlısı gibi... Daha açık bir anlatımla; korkulacak bir şey yok !
Yine de bu etkinliğe ya da şenliğe karşı çıkanlar yok mu? Elbette var. Her rengin içine siyah karıştırmak isteyenler hep vardır. Birkaç yobaz ses, bayramı “kültürel yozlaşma” olarak nitelese de; gerçekte yapılan yalnızca birlikte eğlenmek... Ne Paganlar'a özgü bir ayin var ortada, ne de şeytan çağrısı... Çocuklar kostüm giyiyor, büyükler fotoğraf çekiyor, komşular gülümsüyor ve çılgınca dans ediyor.
Oysa bu tarz etkinliklerin görünürlüğü artınca bazı zihinler hemen tehdit moduna geçiyor: “Bu bizim kültürümüzde yok!” Oysa asıl sorun, bizim kültürümüzde farklılığa pek yer olmaması...
Düşünsenize; cadılar bayramı için oyulan, içine mum koyulan bir kabak ne kadar tehlikeli olabilir?
Şimdi soralım kendimize: Bir kabak feneri gerçekten aile yapısını tehdit edebilir mi? Bir çocuk, hayalet kostümü giydi diye geleneksel değerler sarsılır mı? Yoksa gerçek tehlike; farklı olana tahammülsüzlük mü?
Ege’nin sıcak kıyılarında, ülkemizden ev satın almalarına, ülkemize yerleşmelerine yetkililerce izin verilen İngiliz, Alman, Fransız ya da Rus komşularımızın; kutlamalarına katılmak için çağrı aldığımızda, biz "Hayır; bu bayram bizim değil!” diyenleri dinleyecek miyiz? Yoksa onlarla birlikte dans edip, eğlenip, gülecek miyiz? Hiç kuşkusuz insanlığın barışa susadığı günümüz dünyasında; en güzel bayram birlikte gülmektir, birlikte yürümektir, birlikte yaşamaktır.
Unutmayalım; kültürler değişir, evrilir, etkileşir. Bugün “bizim” dediğimiz birçok şey de bir geçmişte başkalarınındı. Dinsel olmayan, eğlenceli, katılımcı ve ortak duyguları besleyen bir etkinlik neden bu kadar çok korkutsun ki bizleri?
Belki de gerçek sorun; bazı insanların maskelerini yalnızca Cadılar Bayramı’nda değil, 365 gün boyunca hiç çıkarmıyor olmasıdır.
Kültür bir giysi gibidir. Bazen geleneksel dokumalardan seçeriz, bazen ithal kumaşlardan. Ama önemli olan, onu üzerimize nasıl giydiğimizdir.
O yüzden bırakın çocuklar cadı kostümü giysin, büyükler balkabağı çorbası pişirsin, insanlar aralarında ayrımcılık yapmadan; birlikte eğlensin, neşelensin, dans etsin. Herkes bir diğerinin dünyasına saygı duysun, insanlar yeniden birbirini sevmeyi öğrensin. Bayramlar hep kutlansın; Cadılar Bayramı'nda, Şeker Bayramı'nda ya da Atamız tarafından tüm dünya çocuklarına armağan edilen 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda... Çünkü bazen, bayramlarda bir şeker için uzatılan minik bir el; farklılıkla kurulan en tatlı köprü olur dünya insanları arasında, dünya barışını sağlamak amacıyla...