-ULUSAL KİMLİĞİMİZİN BELİRLEYİCİSİ OLARAK DİLİMİZ-
Bir partinin sözcüsü “"Biz müslüman olmayan Türk'e Türk demeyiz " Demiş. (Bu söylem üzerine, bu konudaki eski bir yazımı güncelleyerek, siz okurlarıma sunuyorum.)
Partinin Sözcüsü; Hırıstiyan olan öz ve öz Türk olan: Gagavuz, Çuvaş ve bazı küçük Türk Topluluklarını Türk saymamış oluyor. Musevi olan Hazar ve Karay Türklerini de öyle…
Orta Asya’nın değişik bölgelerinde yaşayan Şaman, Mani, Buda dinine inanan Türkleri de Türk olarak saymamış oluyor…
Günümüzde tüm dünyada dinler inançlar değişiyor. Türklerin çok önemli bir bölümü artık deizme ve ateizme inanıyor… Partinin sözcüsü belki bunları Türk saymadığı gibi insan bile saymıyordur…
***
Ulusal kimliğimizin belirleyicisini “din” sananlar, süreç içinde ulusallığımıza ve dilimize çok büyük zarar verdiler ve vermeye de devam ediyorlar…
“Türkçem, benim ses bayrağım *”
Türkler, tarih boyunca çok din değiştirmişlerdir... Gelecekte de, dinlerini değiştirme olasılıkları her zaman vardır...
Türkler, dilini değiştirmemişler, yarın da değiştirmeyeceklerdir...
Bu arada küçük Türk topluluklarından bazılarının çeşitli baskılarla asimile edilerek dillerinin değiştirildiği, dillerinin unutturulduğu durumlar da vardır. Dilini unutan bu topluluklar, günümüzde Türk olduklarını bile unutmuşlardır...
Ulusallığımızın tek ve en önemli belirleyicisi “dilimizdir”...
Bir ulusun kimliği, dili ve dilinin oluşturduğu kültürle belirginleşir...
Bugün yeryüzündeki Türkler bir takım lehçe farklılıklarıyla da olsa Türkçemizi konuşuyorlar ama çok değişik dinlere inanmaktadırlar...
Bu Dinlere kısaca göz atacak olursak:
Gök Tanrı Dini : ( Şamanizm) Göktürklerin dini
Mani Dini: Uygur Türklerinin dini
Buda: Çeşitli Türk Topluluklarının dini
Hıristiyanlık: Gagavuz, Çuvaş ve bazı küçük Türk Topluluklarının dini...
Musevilik: Hazar ve Karay Türklerinin dini
İslam Dini: Günümüz Türkiye’sinin ve Türk Topluluklarının dini...
Tüm uluslar, dünyada konuştukları dille anılırlar... Din ise bir ulusun belirleyici özelliği değildir...
Dilimiz, Osmanlı Döneminde zayıflatılmış yok edilmeye çalışılmıştır... Osmanlıca: Farsça, Arapça ve Türkçenin karışımı çorba bir dildi... Sadece saray ve çevresinde konuşuluyordu... Bu dil, tam anlamıyla bir konuşma dilinden çok yazı diliydi... Osmanlı, siyasi birlik düşüncesiyle Devlet-i Osmaniye, Millet-i Osmaniye örneğinde olduğu gibi dilini de lisan-ı Osmaniye’ye çevirmişti... Halkımız ise Yunus Emre, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi kendi dili Türkçeyi kullanıyordu zaten...
Türk, Türkmen Türkçe kavramlarına düşman kesilen Osmanlı’nın padişahları da şiirlerini, yazılarını, konuşmalarını Farsça yapıyorlardı...
Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13.05 1277 yılında, Türkçemizin korunması yönündeki fermanı çok önemlidir...
“Bu günden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır”...
Osmanlı’nın son dönemlerine doğru Ulusçuluk akımlarıyla birlikte Türkçemize sahip çıkan bir anlayış gelişmeye başlamıştır... Genç kalemler, Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp Türkçemize sahip çıkma adına önemli bir hareket başlattılar...
Ziya Gökalp, ulusallığımızın ve birliğimizin temeli dilimizin önemini şu şekilde vurguluyor...
Türklüğün vicdanı bir
Dini bir vatanı bir
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisanı bir...
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetle birlikte dilimizin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılıp, kendi özüne dönmesi için çok uğraştı. Atatürk bu konuda şöyle diyor:"Milli his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir.
Türk dili dillerin en zenginlerindendir yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."
***
Harf ve dil devrimi bu yönde çok önemli bir adım oldu... Bu sayede lisan-i Osmanî’den Türkçemize geçmiş olduk... Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla dilimizin gelişmesine özüne dönmesine yönelik önemli bilimsel çalışmalar yapıldı... Atatürk bizzat dil çalışmalarına katılmış, geometri terimlerinin Türkçeleştirmesini yaparak, bir kitap haline getirmiştir... Cumhuriyetin ilk dönemindeki edebiyat dünyamızda kullanılan Türkçe sözcük oranı yüzde yirmilerdeyken; bugün bu oran yüzde seksen beşlere yükselmiştir...
Günümüzde dilimiz, iktidarın siyasi anlayış ve tercihleri yüzünden ve yeni Osmanlıcı bir anlayışla, din bağlantılı Arap dili seviciliğiyle Türkçemiz gittikçe Arapça tarafından sömürülerek Arapçanın egemenliğine sokulmak isteniyor- sokuluyor-…
Dilimiz diğer taraftan; başta İngilizce olmak üzere batı dillerinin de saldırısı altındadır... Günlük yaşamda bu dillere ait sözcükler yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır... Özellikle işletmeler, işyerleri bu tür sözcüklerin egemenliğindedir.
Unutmayalım, dillerini kaybeden uluslar, ulus olma özelliklerini de kaybederler...
Osmanlı Devleti döneminde; Arapça ve Farsça Türkçemiz için büyük bir tehlikeydi ve bu tehlikeden Atatürk’ün Dil devrimiyle kurtulmuştuk.... Bugün ise dilimizi koruyucu yönde siyasi bir kararlılık olmadığı gibi dilimizin kendi özüne yönelik çalışmalar da gerilemiştir. Siyasi iktidar her kademe de Türkçe kökenli sözcükleri kullanma yerine Farsça ve Arapça kökenli sözcükleri bilerek kullanmaktadırlar. Bu durum yeni Osmanlı anlayışının da bir uzantısı olsa gerek… Tüm bu durumlar karşısında dilimizin geleceği yönündeki kaygılarımız da artmaktadır...
Ulusal kimliğimizin belirleyici din değil dilimizdir...
Unutmayalım, Dillerini kaybeden uluslar, ulusallıklarını kaybederler.
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiirinde yerini bulduğu gibi :
"Türkçem, benim ses bayrağım"