Şairim, zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden tanırım. Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım… B. R. Eyüboğlu
21 Mart Dünya Şiir Günü…
Herkes, az çok yaşamının bir döneminde şiire bulaşmıştır. Okul yıllarında en azından bir kez Cumhuriyet, Atatürk, 23 Nisan şiiri okumuştur. Günlüğüne, karalama defterine âşık olduğu zaman bir şeyler karalamıştır. Üzüntülü, sevinçli günlerinde doğaçlama olarak, güzel deyişler dökülmüş dillerinden. Savaş olmuş, kıtlık olmuş, hastalık olmuş, içlenmiş ve yüreğinden dökülmüş deyişler. Ağıt olmuş, Türkü olmuş, oyun havası olmuş, süzülüp gelmiş çağlardan... Kimin ne zaman söylediği belli olmayan Türkülere dönüşmüş ve günümüze dek gelmiş...
Şiirin tanımlara sığmadığını düşünenlerdenim. Şiir her şeydir aslında… Şiir muhalefettir, muhalefete de muhalefettir. Bu yüzden şiir hiç bir zaman iktidar ol(a)maz. Şiirler, yalnızca iktidarları korkutmakla kalır. Şiir bir rüzgârdır, bir akımdır, bir sabah yelidir, bir meltemdir, bir fırtınadır. Bazı da rüzgârlara, fırtınalara karşı bir kaledir. Bazı zaman da, rüzgâra karşı işeyen asi bir çocuktur. Şiir sudur. İçtiğimiz, çimdiğimiz, boğulduğumuz sudur. Bir köy çeşmesidir, sevgilisini bekleyen bir pınardır, bütün ruhları okşayan bir çağlayandır. Bir seldir, basacağı, vuracağı yeri bilen. Bir yağmurdur, çiselemesi, sesi, aşk davetiyeleri yazan... Borandır, kardır, çamurdur, tozdur, gelin gibi nazlı nazlı akarak kıvrılan bir nehirdir. Denizdir, deryadır, ummandır. Bir buluttur, ağladı ağlayacak, dağ başında bir dumandır dertlere çağrışım yapan... Kısacası şiir sudur.
Şiir soluduğumuz, zehirlendiğimiz, rahatladığımız, boğulduğumuz, üşüdüğümüz, terlediğimiz havadır. Hem boştur, hem doludur. Hiç bir şeye değişmediğimiz bir ilkbahar sabahıdır. Soğuktur, sıcaktır, serttir yumuşaktır, yiğittir, kalleştir. Havalı bir kızdır, havası sönmüş bir balondur. Hava atan, ava yatan bir gençtir. Şiir havadır!..
Yandığımız, yakıldığımız, ısındığımız bir ateştir. Bir kordur, bir alevdir, bir kıvılcımdır tutuşacak. Bir bedendir aşk ateşine tutulmuş, bir volkandır püskürmeye hazır, bir dudaktır tenlere dokunan...
Şiir, sözün hasıdır, sözün özüdür, sözün süsüdür. Şiirin dili sözcüktür, sözcüklerle oynamayı çok sever. Sözcüklere rol verir, görev verir. Sözcükleri yerine o koyar, o alır.
Şiir ağıttır. Kopup gelir yüce dağlar başından, sevinçler dönüşür birden ağıda... Ölmekten değil, ağıtsız ölmekten korkar insanlar... Doğaçlamadır, figandır, haykırıştır. Şiir ağıttır.
Şiir ormandır. Nazım'ın dediği gibi bir ağaç gibi tek ve hürdür, bir orman gibi kardeşçesinedir. Doğadır, dosttur, oksijendir.
Şiir topraktır. Anadır, yârdir. Alandır, verendir. Son mekândır. Sadıktır, dosttur. Çiçektir, ağaçtır, yiyecektir. Evdir, okuldur, mezardır.
Kısacası şiir her şeydir. Yaşamdır, aldığımız soluktur. Yaşamın olduğu her yerde vardır.
Şiir hiç bir kalıba uymaz. Heceymiş, aruzmuş hepsi hikâye...
Şiir sınır tanımaz, ırkçı değildir, ulusu da yoktur. İnsanın olduğu her yerde vardır.
Şiir matematik bilmez. Şiir matematiktir diyenlerin inadına matematiği öğrenmemiştir. O bir hesabın peşinde değildir.
Şiir her coğrafyanın içindedir, kendine yer yurt edinmemiştir.
Şiir her dili bilir, her dilde en iyiyi bulur. En iyi dilci odur. Dillere bir güzellik ve ahenk verir.
Şiir dostluk elçisidir, ulusları birbirine yaklaştırır. Küslüğü, düşmanlığı sevmez. Şiir müziktir. Müziğin anamalıdır. Şiirsiz müzik olmaz. Sestir soluktur, havadır, tempodur.
Şiir hakkında ilk felsefi düşüncelere Platon’da görüyoruz. Platon; Tanrıları insani özellikler içinde tasvir ederek onlara olan saygıyı azalttığı için şiirler yasaklanmalıdır der…
Aristoteles ise sanat konusunda Platon’dan farklı düşünür. Sanatın dünya hakkındaki algılarımızı değiştirebileceğini ve anlamlandıracağını ve farklılık yaratacağını düşünür…
Şiir üzerine açıklamalarınında yer aldığı Poetika adlı eserinde Platon’un Devlet adlı eserinde şiir eleştirisine de bir cevap verir ama o da şiiri destan, trajedi, komedi, flüt ve kitara gibi taklide dayandığını ileri sürer… Tüm bunlara rağmen şiiri, tek tek olanı, geneli ve olması gerekeni anlattığı için felsefeye daha yakın bulur…
Ortaçağ’da Kilise Babaları döneminin fikir babası Augustinus’a göre; taklit, komedya, şiir yalanlarla doludur.
İbn Sina, şiir üzerine yazdığı eserinde, şiirin estetik değerinin yarattığı hazzın, memnuniyet ve mutluluk yarattığını belirtir. Sanatın temelinde var olan taklidin çocukluktan itibaren insan doğasının bir eğilimi olduğunu belirtir…
Kant, “Zevkler ve renkler tartışılmaz der. Beğeni yargısının öznel olduğunu belirtir. Kant, her ne kadar beğeni yargısının öznel olduğunu belirtirse de, herkes için geçerliliği olan bir genelliğinin de olduğunu belirterek, adına “evrensel öznellik der… Kant, beğeni duygusunu güzel ve yüce kavramları arasındaki bir ilişki olarak görür. Bir doğa manzarası bizde yücelik duygusunu ortaya çıkarırken, sanat güzelliğinin olanağı öncelikle dehayı gerektirir der…
Hegel’e göre ise, sanatsal güzellik her zaman doğal güzellikten üstündür. Çünkü sanatsal güzellik tinden doğmuş bir güzelliktir…
Alman Schelling, ise sanatın kendi dışında bir değerinin olmadığını, sanatı bir zevk veya eğlence aracı olarak görmeyi de barbarlık olarak değerlendirir…
Tolstoy’a göre sanat bir duygu aktarımıdır amacı ne güzellik ne de hazdır.
Heidegger ise Platonun iddia ettiği gibi sanat gerçekleri kopyalamaz, sanat sadece gerçeği sanat eserinde gerçekleştirir ve ortaya koyar. Heidegger, tüm sanatların içinde edebiyatın özel bir konumunun olduğunu belirterek, sanat edebiyat olarak gerçekleşir der…
Yazımın başında da belirtmiştim şiirin tanımlara sığmadığını… İlkçağ filozoflarından günümüze uzanan filozoflar da şiir konusunda hem fikir değiller…
Şiir belki de taşı gediğine koymak, ya da sözün kısası ve özüdür… Şiirin öznelliği yanında evrenselliği de önemlidir… Dünya’nın ünlü şairlerinin her ülkede okunması da bu yüzdendir…
Dünya’da Atatürk dışında ülkemizin siyasilerini kimse tanımaz ama başta Nazım Hikmet olmak üzere çoğu şairimiz tanınır…
Şiir gününüz kutlu olsun… Şiir yazın, şiir okuyun ve şiirsiz kalmayın…
Şiir üzerine yazdığım bir şiirimi sizlerle paylaşıyorum…
ŞİİR:
Sesimin ahengi
Sözümün mihengi
Gözümün banyosu
Kulağımın pası
Gönlümün de yarası…
Ve “Ockham’ın usturası”
Yine de tanımlara sığmaz kendisi…