Sokrates: “Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” der…
Felsefe sorgular, her şeyin köküne- kökenine kadar inmeye çalışır. Tüm bilimlerin temelini, özünü oluşturur. Tüm bilimler felsefeden doğmuştur. Kısacası felsefe, bilimlerin anasıdır. Felsefede yıkılamaz tabular-dogmalar- yoktur. Sorgulamanın önündeki tüm dinsel, geleneksel, kültürel değerleri yok sayar… Felsefi düşünce, özgür düşüncedir. Felsefe tarihçileri, ilk felsefi anlamda sorgulamanın Thales ile Didim ilçemizin sınırları içindeki Milet Antik kentinde başladığını varsayarlar… Tanrılarla dolu mitolojik çağlarda kimse doğayı - doğa olaylarını tanrı korkusundan dolayı sorgula(ya)mıyordu. İlk kez Thales, her şeyin kaynağı -özü – (Arke) sudan(nem) oluşmuştur diyerek mitolojik tanrılara başkaldırarak; aklını kullanarak, sorgulamanın yolunu, dolayısıyla felsefenin yolunu açmıştır… Thales’in bu sorgulama yolu, mitoslardan (efsane ve masallardan) logosa (akıl ve mantığa) geçiş olarak kabul görmüş ve yüzyıllar sonra bilgelik ve bilgi sevgisi anlamlarını içeren philosophos –felsefe- olarak adlandırılmıştır…
Bugünkü kısa yazımın konusu, ülkemizin eğitiminde felsefeye verilen önemin üzerinedir.
Ülkemizi yöneten siyasi anlayışlar – iktidarlar- hep felsefeden korka gelmişlerdir. Bu anlayışın kültürel genleri Arap Kültürüne bulaşmış din Kültürüne ve insan aklını küçümseyen İmam Gazali gibilerine dayanıyor…
Soru sormaktan, sorgulamaktan korkan anlayış, Arap Kültürüne bulaşmış dinsel dogmaları sorgulamıyor sorgulatmıyor ve tüm bu sorgulatmadıklarını da okullarda ders olarak okutuyor…
Düşünün ki; bir din savaş farzdır, kadınlarınızı döve bilirsiniz, onlara erkeklerin aldığının yarısı kadar miras veriniz diyor. Erkeklerin isterlerse dört kadınla evlenebileceğine müsaade ediyor. Elliden fazla ayette cihad ve savaştan bahsediyor. Sadece bir iki örnek verecek olursak; “Savaş, hoşunuza gitmediği halde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” ( Bakara 216 )
“Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.” ( Nisa 89 ) Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. ( Enfal 65 )
Adları bilinen İslami terör örgütlerinin bu dinsel emirleri yerine getirmek- ve kâfir saydıklarını Müslüman yapmak için kendilerine buradan bir vazife çıkararak, bir savaşın içine girecekleri çıkarımını da yapabiliriz…
Diğer taraftan kadınlarımız kendileriyle ilgili Nisa 34’ü sorgulamak istemeyecekler mi? Dinimizin gereklerini bilmeyecekler mi? Yedikleri dayakların kökeninin dine dayandıklarını görmeyecekler mi? İşte o ayet:
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”
Dinimizin Anadilimiz Türkçemizle okutulması isteğine, Diyanet İşleri Yüksek kurulunun bir üyesi “Kuran’ın mealini okuyan öğrenciler ateizme yöneliyor” şeklinde yanıt veriyor… Bu çok önemli bir saptama değil midir? Anlaşılan o ki: Kuran’ın Türkçe anlamının biraz da bilinmesi istenmiyor galiba…
Konuyu toparlamaya çalışırsak tüm bunlara rağmen okullarımızda dinsel eğitim her yönüyle yaygınlaştırılmaktadır. Öğrenci velilerine birçok maddi yardım ve çocuklarına ilerde iş bulma olanağı sağlanacağı söylemleriyle çocuklarını imam-hatiplere göndermeleri istenmektedir…
Tüm bunların yanında çok sayıda kontrolsüz tarikatlar cemaatler kendi anlayışlarına mezheplerine göre sözde çocuklarımızı eğitiyorlar. Bunların çirkin yüzleri zaman zaman medyaya da yansıyor…
Diyanet ise ülkemizin bütçesini yiyip tüketirken bilim ve bilimsellik adına bir şey üretmediği gibi toplumsal iç barışımızı da bozar duruma geliyor… Bu ve buna benzer birçok yönleriyle Diyanetin varlığı sorgulanır hale gelmiştir…
Aklın gücünü, bilimi, bilimselliği unutmuş yanımızla eğitimimizi de sorgulamayan-sorgulatılmayan- din kurumlarına emanet etmiş durumdayız… Okullar din dersi öğretmenleriyle doldurulurken, felsefe öğretmenleri, azaltılan hatta yok durumuna getirilen felsefe dersleri yüzünden atanamıyorlar…
Felsefeyi küçümsenin ve ne işimize yarıyor denilmesinin nedeni sorgulamaktan-sorgulatmaktan- korkmaktır. Tabularımızın, dogmalarımızın, korkularımızın üzerine gidememektir…
Bugün yaşadığımız sıkıntıların temelinde felsefesizlik vardır. Sorgulamaktan korkan bir yanımız vardır. Dogmalardan, tabulardan bir türlü kurtulamayışımız vardır.
Felsefesizliğin “felsefe” yapıldığı bir anlayıştan kurtulabilmek için öncelikle ülkemizi bu duruma getiren siyasi anlayıştan kurtularak, okullarımızda soru sormanın sorgulamanın kapılarını açacak felsefe derslerine ve felsefe öğretmenlerinin vereceği “düşünce eğitimi” derslerine ağırlık verilmelidir...
Felsefesizliğin felsefe olduğu anlayıştan sıyrılmak dileğiyle, felsefesiz kalmayın…
SORGULAYIN…