Edebiyat yolculuğumda önemli bir yeri olan Latin Edebiyatı’nın önde gelen yazarlarından, bana göre en üretkeni, Gabriel Garcia Marquez’dir. Hukuk eğitimini yarıda bıraktığı ve gazetecilikle başladığı yazarlık serüveni, sonradan romancılığa evrilmiş olan Marquez; “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı otobiyografik eserinde hayat hikâyesini tüm ayrıntılarıyla anlatır. Büyülü gerçekliğin temsilcilerinden olan yazar, bugünlerde Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanının Netflix’te dizi şeklinde çekilmesiyle gündemde. Kırmızı Pazartesi’nden tutunda ölümünden sonra yayımlanan Ağustosta Görüşürüz’e kadar birçok kitabını okuduğum Marquez, sağlığında hiçbir kitabının filme çekilmesini istememişti. Ölünce ilk olarak Yüzyıllık Yalnızlık romanı dizi şeklinde çekildi. Yüzyıllık Yalnızlık yazarın diğer kitaplarına göre farklı bir yerde durur. Meksiko City’de 1967 yılında aylarca üzerinde çalıştığı bu kitap Marquez’in yazarlık serüveninde kırılma noktasıdır. Cetvantes’in Don Kişot’undan sonra İspanyolca yazılan en önemli kitap olarak gösterilen Yüzyıllık Yalnızlık büyülü gerçekliğin tüm katmanlarını üzerinde barındıran kült bir eserdir.
İnsanoğlunun yaşayabileceği olumsuzlukları bir yüzyıla taşıyan, uğursuzluklara maruz kalan bir aile ve çevresindeki gelişmeleri ilmik ilmik dokuyan roman; yaşadıkları yerde uğursuzluklardan kurtulmak için yola çıkan José Arcadio Buendía ve eşi Ursula, hayatı başka yerde ararlar, denize ulaşmak isterler. Denize bir türlü ulaşamayınca bataklık bir yerde Macondo'yu kurmaya karar verirler. Bu kasabada yaşayan Buendía ailesi, bir dizi olağanüstü olay yaşar. İç içe geçmiş bir dizi ilişki, aşk, ihanet, iç savaş ve birçok trajedi yaşanır. Aile üyeleri, tekrarlanan desenler ve kaderin çıkmazlarıyla mücadele ederler, ancak Macondo kasabası ve Buendía ailesinin akıbeti kaçınılmaz gibi görünmektedir. Roman, gerçeküstü atmosferi ve büyülü gerçekçilik tarzıyla, Latin Amerika’nın derin kültürü, tarihi ve toplumsal yapısı hakkında derinlemesine bir portre sunar.
Roman o kadar farklı ki ne Rus Edebiyatı’ndan ne de Avrupa Edebiyatı’ndan izler taşıyor. Düz mantıkla tasavvur edilmeyeceğiniz bazı olağanüstü olaylar öyle gerçek bir şekilde iç içe anlatılmış ki bazen hangisinin gerçek hangisinin hayal olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorsunuz. Altı ay süren yağmurlar, kuraklıklar, delirmeler, iyileşmeler, uykusuzluklar, ölmeler ve dirilmeler gibi olaylar zaman tünelinde kısa sürede yaşanıyor ve bitiyor. Büyülü gerçeklik o kadar ustaca işlenmiş ki kitabı okurken yorum yapmaya fırsatınız olmuyor ve kendinizi olayların içinde buluyorsunuz. Kitap, ne bilim kurgu ne de fantastik romanlara ne de klasik romanlara benziyor. İnsana okuma sevinci veren ve kıta tarihini olağanüstü olaylarla betimleyen ve anlatım şekliyle farklı bir yazı mimarisi oluşturan Yüzyıllık Yalnızlık, insanların yaşam serüvenini kilitleyip açan sihirli bir anahtar gibidir.
*** *** ***
Son yıllarda çokça kitap sinemaya aktarılıyor. Ancak bu konuda başarılı olanların sayısı çok nadirdir. Kitaplardaki gizemsel ve sanatsal anlatımın boşluklarını sinema görseli ile kapatmak kolay olmuyor. Yüzyıllık Yalnızlığı sinemaya uyarlayanlar bunu profesyonelce başarmış. Çekimler için oluşturulan sinema platformundaki zengin görseller bazı abartılara rağmen olayların akışı ile mekan senkronizasyonu uyumlu. Ursula gibi güçlü bir kadın, dizide bu güçlülüğünü ön plana çıkaran dönüm noktalarındaki rolü iyi kotarılmış. Ayrıca konunun daha iyi anlaşılması için iç ses ile desteklenmesi de diziye farklı bir hava katmış.
Yüzyıllık Yalnızlık romanı Netflix’te dizi halinde yayımlanmaya başlayınca 8 bölümünü sabırsızca izledim. Amacım roman, dizide nasıl hayat bulmuş diye merakımı gidermekti. Şunu söyleyebilirim; roman, dizide beklentilerimin üzerinde bir performansla sinemaya aktarılmış ve Latin coğrafyasının yeşillikleri içinde güzel bir hayat hikâyesi sunuyor. İzlemeye değer diye düşünüyorum…