Muhtaç bırakıp, yardım etmek, planlanmış bir cinayettir. (Che Guevara)
Bu saptama paylaşımın anlam ve önemine vurgu yapmaktadır. Paylaşım sürecindeki eşitlik ve adaletten uzaklaşan cinlikler özünde bir sınıfsal tercihtir. Bu olumsuz tercihin uygulanabilir alanlar bulabilmesi tamamen sınıf bilinci ve sınıfsal örgütlenmelerle ilişkilidir. Emekçiler güçleri oranında paylaşımdan pay alırlar. Güçler dengesi, toplumlardaki eşitlik ve adaletin de belirleyicisidir.
“AKP hâlâ yüzde 30’a yakın bir destek buluyor? Daha önce de yazdım ama tekrarlayacağım: AKP’nin 20 yılda liyakate bağlı olmaksızın ulufe dağıttığı bir grup var: AKP ve imam hatip referansıyla işe alınanlar, bürokraside bir değil, üç maaşla şımartılanlar, bağımlı yapılanlar; belki sıra bana da gelir diye kapısında bekleyenler ve bunların etrafı ile bu oran yüzde 25’leri buluyor! Buna gözü ve kulağı kapalı oy veren yaşlı, cami ve kahve cemaatini de eklediğiniz zaman yüzde 30’u buluyor.”
(Yazgülü Aldoğan, Cumhuriyet,31.03.2022)
Üst üste aynı şeyleri yapmak, politik bir tercih değilse, akılcı olmadığını söylemek mümkündür. Her tercih onu yapana ve onunla birlikte hareket edenlere bazı yararlar sağlayabilir. Bu gibi durumlarda irdeleme yapılırken iki noktaya dikkat etmek gerekir. Birincisi, yapılan iş, hangi sınıfın işine yaramaktadır? İkincisi de yapılan şeylerde kamu yararı var mıdır? “Ben yaptım oldu” lardan; doğa, doğal yaşam ve gelecekte yaşayacak olanlar zarar görür!
Bireyler öncelikle hak ve yetkilerini bilmelidirler. Hak ve yetkilerin korunması, yaklaşık olarak eşit konumlarda olanlar arasında geçerli olan ilişkiler doğurur. Böyle bir eşitliğin sağlandığı söylenemez. Dolayısıyla dengeler eşitsiz dengelerdir. Hal böyle olmasına karşın, toplumsal duyarlıklar bazı sınırlar çizer. Bu sınırların bile dikkate alınmadığı anlar olmaz mı? Olur. Ama bu olanların normal olmadığı bilinir. Yani normal olmayan yapılardan normal sonuçlar beklemenin normal olmadığı ortadadır!
Soğuk bir kış gecesinde Stalin arkadaşları ile birlikte ve bir şöminenin karşısında votkalarını yudumlamaktadırlar. Konuşma halk ve itaat üzerine sürdürülmektedir. Stalin votkasından bir yudum aldıktan sonra mecliste bulunanlardan birine kendisine bir tavuk getirmesini söyler.
Adam tavuğu Stalin’e teslim eder. Arkadaşlarının şaşkın bakışları karşısında Stalin tavuğu ayaklarının arasına kıstırır ve canlı canlı tüylerini yolmaya başlar. Tavuğun çığlıkları şaşkın ve korkulu bakışlarla buluşur. Stalin uyguladığı eziyeti bitirdikten sonra tavuğu bırakır. Tavuk önce dışarıya kaçmak için hamle yapar. Çırılçıplak çaresizliği ile dondurucu soğukla karşılaşır ve geriye döner. Bu kez şömineye yönelir. Ateş canını acıtınca, oradan da uzaklaşır. Stalin’in işkence tezgâhı kusursuz çalışmaktadır. Bu sefer, çaresizliğin çıplaklığındaki tavuğa bir avuç yem verir. Tavuk yemi yedikten sonra, Stalin oda içinde yer değiştirir ve bunu birkaç kez tekrarlar. Tavuk Stalin’in yanından ayrılmaz ve onu izler. Gösteri bitmiştir, sıra bu vahşi eylemin amacını açıklamaya gelir. Stalin der ki; “Halk dediğiniz bu tavuk gibidir(!)” Neden ve sonuç ilişkisi kuramayanlar için geçerli ve belirleyici olan son tanıklıktır!
Aç bırakmak ve cahil bırakmak; aynı kapıya muhtaç bırakmaktır!
Aç bırakılan itaate, cahil bırakılanlar ise, biate yönlendirilirler!