Adalet mi, istikrar mı diye sorulduğunda; adaletin olmadığı yerde istikrarın olmayacağı göz ardı edilmemelidir. Daha açık olarak ifade edersek, bu ikili birbirinin olmazsa olmazıdır. Dengeli bir yapı için gerçek bir adaletle birlikte olabildiğince gerçeği yansıtan bir temsilin olması gerekir. Toplumdaki sosyal formasyon irdelendiğinde; bir toplumsal kesitte aynı anda ve aynı mekanlarda çok farklı toplumsal kesimlerin yer aldığı görülür. Söz konusu olan, bu farklı kesimlerin temsilidir. Daha açık söylersek, emekçilerin temsili ile sermayenin temsilinin en uyumlu ve uzlaşır biçimde gerçekleştirilmesidir. Bunun için hukukun üstünlüğü temelinde eşitlikçi, çoğulcu ve kapsayıcı kurumsal düzenlemelerin olması gerekir. Bir emekçi ile bir sermayedarın seçilme koşulları eşit mi? Bu ve benzeri soruların yanıtını Y/Z’den alalım:

-Temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilişkisi nasıl olmalı?

  1. “Yönetimde İstikrar: Yönetimde istikrar ise, hükümetin ve kamu kurumlarının süreklilik ve tutarlılık içinde çalışmasını ifade eder. İstikrarlı yönetim, siyasi belirsizlikleri azaltır, ekonomik büyümeyi destekler ve kamu güvenini artırır.
  2. Denge ve Uyum: Temsilde adalet ve yönetimde istikrar arasında denge sağlamak, bu iki ilkeyi birbiriyle uyumlu hale getirmek anlamına gelir. Örneğin, temsilde adaletin sağlanması için çok fazla sayıda parti veya grup temsil edilirse, karar alma süreçleri yavaşlayabilir ve yönetimde istikrar zayıflayabilir. Ancak, temsilde adaletin göz ardı edilmesi de demokratik meşruiyeti zedeler ve toplumsal huzursuzluklara yol açabilir.
  3. Örnekler: Proporisyonel temsil sistemi, temsilde adaleti artırırken, koalisyon hükümetlerinin istikrarsız olma riskini de beraberinde getirebilir. Buna karşın, çoğunlukçu sistemler yönetimde istikrar sağlayabilir ancak temsilde adaleti zayıflatabilir. Bu yüzden ülkeler kendi siyasi ve toplumsal yapılarının özelliklerine göre bu iki ilke arasında denge kurmaya çalışır.

Bu dengeyi koruyabilmek, demokratik sistemlerin sürdürülebilirliği ve etkinliği açısından kritik öneme sahiptir.”

-Mevcut TBMM'de temsil yeterli midir?

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) temsil yeterliliği, çeşitli faktörlere bağlı olarak değerlendirilir. TBMM, Türkiye'deki tüm vatandaşları temsil etmekle yükümlüdür ve milletvekilleri, seçildikleri bölgelerdeki halkı temsil eder. Ancak, temsilde adaletin sağlanıp sağlanmadığı, seçim sistemi, siyasi partilerin temsili ve toplumsal grupların katılımı gibi unsurlara bağlıdır.

Türkiye'de uygulanan seçim sistemi, temsilde adalet ve yönetimde istikrar arasında bir denge kurmayı amaçlar. Ancak, bazı eleştiriler, mevcut sistemin bazı toplumsal grupların ve küçük partilerin yeterince temsil edilmediğini öne sürmektedir. Bu durum, temsilde adaletin tam anlamıyla sağlanıp sağlanmadığı konusunda tartışmalara yol açabilir.

Temsilde adaletin sağlanması, demokratik sistemlerin sürdürülebilirliği ve etkinliği açısından kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, TBMM'deki temsil yeterliliği sürekli olarak gözden geçirilmeli ve gerektiğinde iyileştirilmelidir.”

-Milleti kimler temsil etmektedir, sınıfsal bir denge söz konusu mudur?

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) milletvekilleri, halkın seçtiği temsilcilerdir ve farklı siyasi partilerden gelirler. Bu milletvekilleri, seçildikleri bölgelerdeki vatandaşları temsil ederler ve yasama faaliyetlerinde bulunurlar. Ancak, sınıfsal denge konusunda bazı tartışmalar vardır.

TBMM'deki milletvekillerinin sosyo-ekonomik ve sınıfsal dağılımı, toplumun tüm kesimlerini tam anlamıyla yansıtmayabilir. Genellikle, milletvekilleri arasında eğitim düzeyi yüksek, ekonomik olarak daha iyi durumda olan kişiler daha fazla temsil edilir. Bu durum, bazı toplumsal grupların ve sınıfların yeterince temsil edilmediği eleştirilerine yol açabilir.

Temsilde adaletin sağlanması ve sınıfsal dengenin korunması, demokratik sistemlerin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Bu nedenle, seçim sistemleri ve siyasi partilerin aday belirleme süreçleri, toplumun tüm kesimlerinin temsil edilmesini sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.”

İstikrar, tutarlı bir kararlı dengenin olması halidir. Yönetimde istikrar dendiğinde ise; yöneten kadronun belirlemiş olduğu programı hiç zorlanmadan uygulayabilmesi beklentisidir. Yani dikensiz gül bahçesi istemek gibi bir şey …Ama ülke yönetimine talip olan farklı partilerin olması, istikrar adına uygulanan programların alternatifsiz olmadıkları anlamına gelir. Uygulanan her farklı program toplumun farklı kesimlerinin beklentilerine yanıt verir. Adil paylaşım sonuçta bu istikrar yaklaşımlarıyla ilgilidir. Gerçek bir istikrar; kararlara katılım ve adaletli bir paylaşımla olanaklıdır. Kararlara katılım, yani yönetime katılım sonuçta uzlaşmayı gündeme getirir. Katılım aynı zamanda doğrudan temsil ile örtüşeceğinden, adaletli bir temsilden söz etmek olanaklı hale gelir.

Ulusal yapı amaç ortaklığı temeline dayanır. Ulusal yapı mevcut farklılıklar toplamından oluşur. Farklı kesimlerin talepleri amaca ulaşmada farklı yol ve yöntemlerin uygulanabileceği anlamına gelir. “Sosyal yaşamın vazgeçilmez unsuru” olan siyasi partiler özelde temsil ettikleri kesimin, genel olarak ise, tüm yurttaşların yaşam düzeylerini yükseltmek için temsil yetkisi isterler. Ama günümüzde siyasi partiler programsızlıktan yana hızla aynılaşırken, öte yanda da temsilde adaletten uzaklaşmaktadırlar. Kitlelere örgütlenme yasağı, örgütlere de siyaset yasağı konmuş gibidir. Bireylerden alınan temsil yetkisi ile yönetenlerin fiili temsili çakışmamaktadır. Dıştan gelen dayatma ve direktifler buna olanak tanımamaktadır.

Bütçe ve benzeri hayati kararlar dış güçler tarafından dikte ettirilirken adil bir temsilden söz etmek oldukça güçleşir. Çünkü, yetki devredilen kişi almış olduğu yetkiyi onu devreden adına mı kullanacak yoksa başka ilişkiler doğrultusunda mı kullanacak?  Hiç kuşkusuz her konum bir temsili yansıtır ama bu ülke halkının temsili ile çakışmayabilir!.. Vurgulamak istediğimiz şey, yönetim merkezinin dışa kayması ile açıklanabilir. Özgür ve özgün programlar oluşturmanın alan ve olanakları daraltılmıştır. Farklı partiler hızla renklerini, kokularını ve tınılarını kaybederken; yöneticileri de kendilerini sıradan üstü ve karizmatik görme yanılgısına düşmektedirler. Bu koşullarda istikrar, günü kurtarmak adına geleceği yok etmekten başka bir şey değildir. Çünkü istikrar; güvence, adalet, eşitlik, uzlaşma, adil bölüşüm, şeffaflık, gerçekçi ve güvenli temsil koşullarının var olması ile sağlanabilir. Farklı bir şekilde ifade edersek; üretim, yönetim ve paylaşım süreçlerine koşulsuz katılımla istikrar sağlanabilir. İstikrar dengesi, toplumdaki değişime koşut olarak sürekli değişir. Böyle olunca da dinamik bir istikrardan söz etmek daha bilimsel olur. Oysa istikrar kararlı bir denge olarak algılanmakta, dahası benimsetilmektedir. Denge açısından soruna yaklaşırsak, en eşitsiz koşullarda bile bir denge söz konusudur. Bu nedenle adil denge irdelenmelidir. En adil denge bire bir eşitler arsında söz konusu olabilir. Farklılıkların egemen olduğu yapılarda dengeler kahredici eşitsizlikler üzerine kurulur. Zaten son belirlemede istikrar bir çoğunluk olgusu ile örtüşmez. İstikrar kendisinden daha güçlü olana eklemlenme sorunu da değildir. Eklemlenme ona yönelen yapıların varlığını kuşkulu hale getirir. Bu nedenle gerçekte olması gereken, farklı örgütlü gurupların uzlaşmasıdır.

Yönetimde istikrar ve temsilde adalet ilkeleri birlikte geçerli kılındığında anlamlı hale gelir.                                                  Zaten adaletli bir temsil istikrarın olmazsa olmazıdır. Bunlardan birini ötekine tercih etmek veya görmezden gelmek, sağlıklı bir bireyin ayaklarından herhangi birini bilerek ve isteyerek sakatlaması anlamına gelir. Toplumun dengeli ve güvenli ilerleyişi iki ayağının da sağlam olması ile olanaklıdır. Bunun için yönetimde istikrar ve temsilde adalet ilkelerinin en uyumlu bileşeni yakalanmalıdır. Üstte de vurguladığımız gibi, bu aynı zamanda sağlıklı bir toplumsal uzlaşmayı yansıtır.

Kamuya ait kaynakları kullanarak kişisel servet sahibi olanlar, o olanaklarla erk kullanımını ele geçirerek paylaşımı belirleyen konumuna kavuşurlar. Yer altı ve yerüstü kaynaklarının bireysel işletimi her koşulda farklılığı yaratır. Bu farklılıkları adil bölüşüm ve adil bir vergi sistemi, törpüleyerek sürdürülebilir hale getirebilir. Bunların yanı sıra vergi gelirlerinin kimin yararına kullanılacağı da önemlidir. Çünkü; kendi bankasını planlayarak soyan kişinin bankaya vermiş olduğu zarar kamu kaynaklarından karşılanır ise, aynı şekilde batık krediler vergi gelirlerinden karşılanır ise, soygun katmerli hale gelir. Hatta bankaların, önüne gelene kart vererek insanların harcama dengesini bozması sonucunda ödenemeyen borçlar da sonunda vergi matrahından düşüldüğünde geri dönmeyen krediyi vergi mükellefleri ödemiş olur. Bu katmerli soygunlar her koşulda eşitsizlikleri artırır. Böyle bir yapıda yönetimde istikrardan söz etmek kolay olmasa gerek.

Temsilde adalet bireylerin her kademede seçme ve seçilebilme haklarını kullanabilmeleri ile ilgilidir. Parti başkanları tarafından atanmışları seçmek özgürce bir seçim yapıldığı anlamına gelmez. Seçilebilmek için ise, sıradanların hiç şansının olmadığı bilinmektedir. Aynı şekilde toplumun %50’sini oluşturan kadınlar da adaletsiz bir temsilin muhatabıdır...Bir seçimi finanse edebilmek için belirli bir düzeyin üstünde gelire sahip olmak gerekir. Ülkemizde seçim harcamalarının bir sınırı ve denetimi yok. Bu nedenle de Nasrettin Hoca’nın dediği gibi; “Parayı veren düdüğü çalar (!)”

Katılımcı demokrasi tam anlamıyla uygulanabilir ise, temsilde adalet sağlanabilir. Temsil, farklılıkların veya kendisini farklı sayanların yönetim aygıtlarında koşulsuz olarak, doğrudan yer alabilme özgürlüğüdür. Farklı olanların varlıklarını koruma, sürdürme ve geliştirme olanaklarının sağlanması ve güvenceye alınmasıdır. Bu aynı zamanda bireyler bazında doğal yaşamın güvenceye kavuşturulması anlamına gelir. Gelişme anlamında pozitif bir katkı yapılmak istendiğinde, eğitim-öğretim olanaklarından yararlanılmalıdır. Baskı, şiddet veya yok saymak farklılıkları ortadan kaldırmaz. Bir düşünürün şu sözünü anımsamak yararlı olabilir. “Dünyanın en güçlü orduları bile inançları yenemez!”  İnanç kişileri yaşama bağlayan en güçlü bağlardan biridir. Bu bağlar aynı zamanda o kişilerin son sığınağını da işaret eder. Son sığınak aynı zamanda başka alternatifi olmayan tek seçenektir. Bu nedenle insanlar ölümü göze almaktan kaçınmaz. İnsanların bu ilkel koşuldan uzaklaşmaları ancak onlara farklı temsil olanakları sunularak sağlanabilir. Temsil, yaşama farklı bağlarla tutunmuş bireylerin farklılıklarını bütünsel yapıda sürdürebilmeleridir. Bunun için seçim sisteminin uygun olması gerekir. Bu noktada doğal barajlar dışında bir de yasal baraj gündeme gelmektedir. Baraj örgütlenmenin, özgürce seçilmenin ve gerçek temsilin en önemli engellerinden biridir. Kanuna uygunluğundan söz edilebilir ama hukuka aykırılığı da tartışılamaz. Baraj koymak, tek taraflı tahakküm altına almak demektir. Yeniliklerin ve farklılıkların var olma, varlığını sürdürme hakkını gasp etmektir. Aynı kapsamda siyasi partilere yapılan parasal yardımlar dikkate alınmalıdır. Farklı bakış ve yeni düşüncelerin örgütlenebilmesi için maddi yardımlardan yararlanmaları gerekirken; onlara değil de belirlenmiş oy oranına ulaşan partilere yardım yapılmaktadır (!)Bütün bunların üzerine tüy diken bir iktidar yaklaşımı var ki, insan nasıl değerlendireceğini şaşırıyor: “Muhalefeti dizayn etmek(!) “İktidarın istediği gibi bir muhalefet olursa, muhalefetin ne anlamı olur? Ama biz bu gibi yaklaşımların püsküllüsüne tanık olduk. Muhalefetin bir kesimi muhalefete muhalefet ederken iktidara tek kelime söylemiyor!...