“Muhafazakârların değişimi çıkar çemberlerinin belirlediği alanlarla sınırlıdır. Bünyesinde tutucu ve gerici unsurları barındıran muhafazakârlar özde farklılıkları ve değişimleri yadsımalarına karşın, çıkarları söz konusu olduğunda gözlerini kırpmadan ve arkalarına bile bakmadan ülkelerini terk edebilirler(!) Ve giderken, ülkelerini tıpkı bir işgal gücü gibi yağmalamaktan geri durmayabilirler(!) Onların yağmaladıkları şeyler sadece bizim değil; çocuklarımızın ve torunlarımızın olması gerekenlerdir. Muhafazakârların, yabancılarla birlikte yağmalayıp yok ettikleri, ülkemizin geleceğidir!”

Üstteki alıntıyı, yakın zamanda yazdığım bir yazıdan aldım. Muhafazakâr, bir biçimde sahip olduğu özellikle maddi ve ona bağlı olarak üretilmiş olan manevi değerleri bir yaşam biçimi olarak benimsemektir. Yaşamın doğal akarında sahip olduklarını korumayı bir yaşam biçimi olarak algıladığı gibi, aynı şekilde sürdürmeyi de oluşturulan sistemlerin aracılığı ile sağlar.

Varlıkları iki başlık altında topluyoruz; maddi varlıklar ve manevi varlıklar. Varsıllar maddi varlıklara sahip olanlardır. Manevi varlıkların sahiplenilmesi ise, bilerek ve isteyerek yoksulların sırtına yıkılır. Yoksullar eliyle varsılların varlıkları güvenceye alınmış olur. Maneviyat, maddi varlıklara erişimi engelleyen bir baraj görevi görür. Aynı süreçte “kutsallar” yaratılır ve onlara dokunulmazlık zırhı giydirilir. Bütün bunlar, koruma temelli yaklaşımlardır. Maddi varlıklara sahip olanlar sıkıştıkları zaman, kardan zarar etmeyi göze alabilirler. Bu esneklik onların sahiplik ve varlık sürdürme güvenceleridir. Benzer bir esneklik manevi değerlere sahip çıkan yoksullar için söz konusu değildir. Hiçbir yoksul inancına ilişkin değerlerden ödün vermez. Bu durumu anlatan bir söylem der ki; “Dünyanın en güçlü orduları bile inançları yenemez!”

Bu açıklamaların ışığında, varsılların bilinçli muhafazakârlar olduğunu söyleyebiliriz. Yoksulun muhafazakarlığı ise, aldatılmışlık temelinde gelişir. Varsıllar için muhafazakarlık bir seçenek, yoksullar için ise; seçeneksizliktir!

Muhafazakarlaşmak, koruma temelli varlık sürdürümü için bir takım eylem ve işlemleri zorunlu kılar. Kendisine yer açıp, uygun bir alan sağlamak için; önce toplumun en zayıf halkalarına yüklenir. Demokratik gelişimini tamamlayamamış toplumlarda zayıf halkalar; kadınlar, çocuklar ve yoksul yaşlılardır. Muhafazakârlar güçlenince, kılcal damarlarını toplumun bedenine salar(!) Genellikle inanç mızrağıyla yolunu temizler; yani tartışılamayan manevi değerlerle toplumu tutsak alır(!) Bu süreç aslında, örtük bir emek-sermaye çatışmasıdır. Bu çatışmada ve genellikle örgütsüz olan kesim hep kaybeder!

Bir toplumsal sistem kurulmaya başladığında, muhafazakarlaşma süreci de başlar. Bunun için muhafazakarlık sadece sermayeye özgü değildir. Çünkü sermaye cephesinin koruyucu kalkanı; manevi değerleri korumakla yükümlü kılınan yoksullardır(!)

Para ile inanç karşılaştığında, inanç esnemeye başlar. Bu esnemeler, egemenlerin çıkarlarını güvenceye almak için, inançta değişime izin verir. Fakat, muhafazakarlık bünyesinde yoz ve yobazları barındırır. Bu yapıdaki değişimlere öncelikle onlar karşı çıkar. Onların, süreç içinde ikna edilmeleri sağlanır; hiç kuşkusuz, kendilerine sömürüden sus payı verilerek. Ak dediğine kara demek esnekliği buradan gelmektedir(!) Bu ise, sıklıkla tanık olduğumuz durumlardandır!

Toplumsal temelli muhafazakarlık koruyucudur. Kültürü, yaratılmış değerleri ve topluma ait olan tüm varlıkları ki; doğa önde gelenlerdendir, korumaya çalışır. Bunun içinde de örgütlü ve bilinçli olmak gerekir. Laik ve demokratik bir yapının temel özelliği, toplumun tüm değerlerine sahip çıkmaktır.

Hayatını başkalarına emanet eden, kendisini güvende saymasın!

“Ağaç yaş iken eğilir…” diyenlerin eğdiği fidanlar bir daha hiç doğrulamadılar!