2018 yılında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi hayatımıza girinceye kadar var olan parlamenter sistemde süreç şöyle işliyordu.

Seçmen sandığa gidiyor oy kullanıyor bir siyasi partiyi tek başına iktidara getiriyor yada oyları birkaç ayrı siyasi partiye bölüyor, ister tek başına ister koalisyon halinde iktidar olan hükümet kendi milletvekilleri içerisinden oluşturulan kabine ile yola devam ediyordu.

Bölgelerinden seçilen milletvekilleri bakan olduğunda normalden daha fazla çalışarak bakanlık koltuğunda kalmak sonrada tekrar tekrar bulunduğu pozisyonu korumak adına büyük bir efor sarf ediyordu.

2018 yılında tanıştığımız Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde ise bakanlar TBMM dışından Cumhurbaşkanı seçilen siyasetçi tarafından tayin ediliyor bu sayede de sorumlulukları seçmene değil sadece kendilerini bakanlığa uygun gören Cumhurbaşkanına oluyor.

2018 ila 2023 yılları arasında kendilerine göre bu durumun yanlış olduğunu savunan partilerin oluşturduğu Millet ittifakı propaganda süresi boyunca “-İktidara geldiğimiz takdirde tekrar güçlendirilmiş parlamenter sisteme döneceğiz” derken Cumhur İttifakına mensup partilerde “-Biz kazandığımız takdirde bir daha asla Parlamenter sistemden söz edilemeyecek” söylemini geliştirdiler.

Neticede 14 mayıs tarihinde yapılan ilk tur seçimde seçmen Cumhur ittifakına mensup oluşuma 22 milletvekili daha fazla verince parlamenter sistemde o gün itibarı ile rafa kaldırıldı, 28 mayıs tarihinde de Cumhur ittifakının adayı Recep Tayyip Erdoğan’da seçimi kazanınca bakanlar kurulunu yine dışarıdan ve milletvekili olmayan isimlerden oluşturdu.

Böylesi bir süreç içerisinde parlamentonun işlevsiz kalacağı, özellikle muhalefet kanadında yer alan milletvekillerinin büyük bir kısmının seçildiklerine pişman oldukları ile ilgili görüşler öne sürülünce akıllara “-acaba hiçbir işlevi kalmayan TBMM’de 600 milletvekiline daha da önemlisi siyasi partilere ihtiyaç var mı.?” sorusu gelmeye başladı.

Burada bir konuyu hatırlatmakta fayda var Mevcut Fransa'da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından Nisan 2016'da başlatılan Yürüyüş Hareketi (En Marche!)  19 Haziran 2017’de yapılan seçimde başkan seçilmişti.

Demokrasi ile ilgili konularda Türkiye ile Fransa arasında bir mukayese yapmak en azından şimdilik bize düşmez ancak dünyanın ileri gelen ülkelerinde siyasi partilerden çok karizma liderlerin mesafe aldığı bir noktada bizimde yönetim ile ilgili sorulara kafa yormamız gerekiyor.

Hatırlanacağı gibi Türkiye’de cumhurbaşkanı adayı olacaklar belli bir sayıda milletvekilinin talebi yada yüz bin seçmenin imzası ile yarışa girebiliyor.

Yarın bir seçimde hiçbir siyasi partiye mensup olmayan bir siyasetçinin toplumun değişik kitlelerinden yüz bin imza bulduktan sonra girdiği seçimi kazanması halinde var olan tüm siyasi partilerin tarihin tozlu raflarındaki yerini alacağını söyleyebiliriz.

-Cumhurbaşkanını halk seçiyor

-Sonra halkın seçtiği Cumhurbaşkanı TBMM dışından bakanlar kurulu oluşturuyor.

-Cumhurbaşkanı tüm ülkeyi ilgilendiren konularda bir gece yarısı kararnamesi ile istediğini yapıyor.

-Tüm bürokrasi Cumhurbaşkanı tarafından tayin ediliyor..

Peki böyle bir yapı içerisinde TBMM’ye ne kadar ihtiyaç kalıyor.?

Burada TBMM’nin bir gereklilik olduğu TBMM’nin gücünü yasalardan ve kanunlardan aldığı söylenebilir ancak bu durumda istenildiği takdirde bir yada birkaç gece yarısı kararnamesi ile pekala değiştirilebilir ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine uygun hale getirilebilir.

Bizim bu sistemi savunduğumuz akla gelmesin aksine biz parlamenter sistemin geri gelmesi adına İYİ Parti’nin milletvekili adayı olarak aylarca sahada mücadele etmiş ancak başarılı olamamış bir yapıdan geliyoruz.

Milletvekili seçilmeden önce bir yerleşim merkezinde belediye başkanlığı yapan, bölgesinde son derece önemli STK’larda başkanlık görevinde bulunan , binlerce kişinin bulunduğu kurum ve kuruluşlarda yöneticilik yapan birisinin şimdi TBMM’de bilemediniz 20 metrekarelik odalara sıkışması muhalefetteki bir milletvekili için eziyetten başka ne olabilir ki.?

Göreceksiniz özellikle muhalefete mensup pek çok milletvekili sekiz ay sonra yapılacak yerel seçimde belediye başkan adayı olmak için yarışa gireceklerdir, Belediye başkan adayı olacak milletvekillerinde istifa zorunluluğu da olmadığından belediye başkan adaylığı özellikle muhalefet partisine mensup milletvekilleri için adeta bir kurtuluş olacaktır.

Değişen yönetim sistemi siyasetçileri de ister istemez yeni arayışlara doğru mecburen yönlendiriyor.

Süreci takip etmekte fayda var..