Yaz sıcağında “yaşanabilirlik” artık neredeyse bir uzatma kablosuna bağlı.

Bir fiş takılıyor, bir düğme çevriliyor ve dünya birkaç derece soğuyormuş gibi oluyor. Serinliyoruz. Oysa aynı anda gezegen ısınıyor, giderek sıcaktan bunalıyor, boğuluyor.

Nedeni? Elbette ki klimalar... Bir başka deyişle bizi serinleten, ama aynı anda gezegenin ateş basmasına neden olan sessiz makineler... Üstelik işin kötüsü, bu artık yalnızca bireysel bir konfor sorunsalı değil; küresel bir paradoks, bir çelişki...

Küresel ısınmanın etkileriyle boğuşan kentler, artık neredeyse klimasız yaşanmaz durumda...
Ama klimalar çalıştıkça; e
lektrik tüketimi artıyor. Elektrik üretimi çoğu yerde onlarca yıldır yapılan uyarılara ve eleştirilere karşın fosil yakıtlara dayanıyor. Soğutucu gazlar (HFC’ler), CO₂’den binlerce kat daha güçlü sera gazları olarak atmosferi delip geçiyor.

Sonuç?
Soğuyarak ısınıyoruz.
İklim krizinden kaçarken, ona yakıt taşıyoruz.

Kentler; serinletici doğal yeşil alanlarını yitirirken, asfalt ve betonla donatılmış devasa ısı adalarına dönüştü.

Bu durum; gündüzleri sıcaklığı yükseltiyor, geceleri ısının dışarı atılmasını engelliyor. Ayrıca yoksul mahallelerde klima erişimi az olduğundan iklim adaletsizliğini büyütüyor.

Daha açık bir anlatımla; klima, aynı anda bir ayrıcalık göstergesi konumuna geldi. Bu sonuca göre serinlik artık bir hak değil, bir satın alma gücü sorunsalı...

Temel sorun da şu:

Klima, konforu bireysel olarak artırıyor ama sistemi dönüştürmüyor. İçeride “serinleyen” bedenler, dışarıda ısınan beton yığınlarına bir katkı daha sunuyor. Dahası bazı alışveriş merkezlerinde açık kapıya klima üflemek gibi ekolojik delilikler yapılan uyarılara aldırmaksızın sürüyor. Ne yazık ki “iklimlendirme sektörü” büyürken, iklim bilinci daralıyor. Çünkü çözüm, artık daha fazla klima almakla karıştırılıyor.

Bu olumsuz koşullar bağlamında seçenek ya da çözüm önerileri nedir?

Kent planlamasında yeşil alan ve gölgelik artırılmalı,
Yapılarda doğal havalandırma ve pasif soğutma teknikleri kullanılmalı,
Toplumsal düzeyde konfor algısı yeniden tartışılmalı,
Tüketim kültürünün değil, iklimle uyumlu yaşam biçimlerinin önü açılmalı.

Çünkü asıl sıcak olan hava değil; kapitalist yaşam tarzının yarattığı tüketim ateşidir.

Çünkü soğutmak yetmez, dönüştürmek gerekir.

Klimalar serinlik getiriyor olabilir ama bu serinlik için ödenen bedel çok pahalı...
Yalnızca elektrik faturasına değil; doğaya, gezegene ve geleceğe ödenen bedel giderek daha da artıyor.
Bilinmelidir ki bir odayı soğuturken, düşüncesizce, sorumsuzca dünyayı kavurmak çözüm değildir.

Çözüm; klimaların yerine yeşili, betona karşı gölgeliği, konfora karşı yalın, doğal yaşamı koyabilmektir.