“Copilot
Kavram, bir nesnenin zihindeki tasarımıdır. Bu bir yönüyle nesneye, diğer yönüyle anlama dönük bir ifadedir. Kavramın dildeki karşılığına ise terim denir. Kavramlar yoluyla düşünür ve düşündüğümüzü de dil yoluyla aktarırız1. Özetle, kavramlar soyut ve genel tasarımlardır, gerçek dünyada yoklardır ama insanların dünyayı anlamalarına yardımcı olurlar23. Tümel kavramlar (genel kavramlar), benzer özellikleri taşıyan varlıkların tümünü belirten terimlerdir. Örneğin, “ülke,” “şehir,” ve “hayvan” gibi kavramlar genel kavramlardır. Tikel kavramlar ise “bazı,” “kimi,” “kimisi,” “birkaç” gibi ifadelerle belirtilir ve tek bir varlığa işaret ederler1.”
Zihinsel kurgu özünde bir algıdır. Algı her koşulda objenin koşullarının belirlediği düzey ile ilgilidir. Algı ve gerçeklik bilimsellikle güvenceye alınabilir. Somut olgular bu kapsamda yer alır. Soyut kavramlar bilimsellikle örtüşmeyen varsayımlar olabilir. Düşünmenin ve inanmanın tabanında kavramlar var. Fiziki varlıklara ilişkin kavramlar üretmek gözlem ve deneylerle dayanır. Davranışla ilgili kavramlar toplumsal yapılarla ilişkilidir. Demokratik bir yapıda kavramlardan aynı şeyleri anlamak olasıdır. Bu anlaşmayı, uzlaşmayı ve ortak tasarımlar üretmeyi ve dayanışmayı olanaklı kılar. Anadilde yabancı dille konuşmak uzlaşmayı olanaksız kılar. İnsanların yaşamı anadil çevresinde örülür. Bunun için inancın, ibadetin ve bilimin gelişmesi için anadil bir olmazsa olmazdır. Özellikle inanç dili diye bir kavram tutarlı değildir. Dilde, inanç gibi öz ile ilişkilidir. Burada merkeze konması gereken öznedir. Birey inancını en iyi şekilde kendi dili aracılığıyla kavrar. İnançta aracılık, fırsatçılara alan açar. Bu nedenle dincilik suçlaması özünde inananları ve onların inançlarını korumak içindir. Aslında lafı dolaştırmak yerine, doğrudan laikliğin gerekliliğini ön plana çıkarmak gerekir. Çünkü laiklik, inananların ve inançların güvencesidir. Laikliğe karşı çıkanlar, inançları kendi çıkarları için kullananlardır.
Dinciliğin gerçek din ile ilişkisi yok, milliyetçiğinde yurtseverlikle bir ilgisi yok. Bu temelsiz yapılanmalar iç içe geçti. Milliyetçiler dincilerin kutsallarını kalkan olarak kullanmayı sevdiler; dinciler ise, benzerleriyle birleşince daha güçlü olduklarını gördüler. Bu iki kesimi bu şekilde birleştiren; haksız, hukuksuz ve adaletsiz paylaşımlar oldu. Milliyetçilerin payına bürokratik kadrolar, dincilerin payına; yap-sat ve al-sat düştü(!) Üretimi yok ettikleri için toplum hiç memnun değilken; tekel konumundaki aracılar bu işten çok büyük karlar elde ettiler. Ayrışma sürecinde farklılaşanlar sadece bizden değil, insanlıktan da uzaklaştılar. Ve insanlarımızı en çok bu insanlıktan uzaklaşanlar yordu. Nüfusun yüzde birlik kesimi, ulusal gelirin yüzde elli dördüne sahip oldu(!) Ne yazık ki, bu süreçte aşırı kazançların büyük bölümü farklı biçimlerde yurtdışına çıkarıldı. Bir siyasi parti başka ülkelerde neden mülk edinir? Özellikle kamu yararı söz konusu değilse? Aynı şekilde diyanet neden bazı ülkelerde taşınmaz sahibi olur? Lafın özü şu; dincilik, normal inancın kirletilmesidir! Özellikle çıkarlara alet edilince…
Tutuculuk, yararlı ve gerekli olanı görememe halidir. Aynı şekilde, yararlı ve gerekli olmayanı alışılmış biçimde sürdürme çabasıdır. Hepsi bu değil ama; olmaması gerekeni veya doğal olmayanı, kendi yararına olduğu için sürdürme bencilliğidir. Tutuculukla bencillik aynı vasat iklimde vücut bulur. Kapitalistler kendi çıkarlarına olan öykülere kaybedenlerinde inanmasını isterler. Bunun için eğitimi ve kendi yararlarının güvencesi olan inanç sistemlerini devreye sokarlar. Din adamlarının egemenlerden yana olmalarının temelinde bu belirleme hali yatar. Yaşama ilişkin bu yaklaşımlar (ideolojik tercihler) kurumsallaşır ve bir sisteme dönüşür. İdeolojik sistem öteki alt sistemlerin şemsiyesidir. Egemenlerin taammüden oluşturdukları sistemleri savunurlar. Kendi yararlarına olan bu sistemi savunmak için ordular kurup, güvenlik sistemleri oluştururlar. Bu örgütlerin tabanında yer alanlar, genellikle sistemden en çok zarar görenler olur. Yoksullar her zaman zenginlerin çıkarlarını güvenceye alacak bicinde yetiştirilir ve koşullandırılırlar. Bu aymazlıklardan kurtulmak için bilinç ve örgütlülük olmazsa olmazlardandır.
Tutuculuk, ideolojik tercihini savunma halidir, üstelik yaşama aykırılıklarını göre göre(!) Olanakların elverdiği ölçüde kurum ve kurallarda buna göre belirlenir. Muhafazakarlık, eşitsizliği savunma hali, konumunu koruma çabası ve yeni eşitsizlikler kazanma istem ve girişimleridir!