ÇOMAKDAĞ; İKİZTAŞ, KIZILAĞAÇ VE KETENDERE/ MİLAS
Hani insanın elinin değdiği yerlerde doğanın, güzelliklerin sonunun geldiğini görürüz yap hep işte Çomakdağ bu fikirlerinizi tamamen değiştirecek… Her şeyin aynılaştığı, robotlaştığı şu dünyada Çomakdağ’ın özgünlüğü, renkleri ve hala sürdürebildikleri gelenekleri ile şüphesiz ki içinizi umutla dolduracak.
Çomakdağ köyü Milas ilçesine 14 km mesafede, Beşparmak dağları üzerinde bir yörük köyü. Beşparmak Dağları’nda kıvrıla kıvrıla akıp giden, göz alabildiğine zeytin ağaçlarıyla bezenmiş yollardan geçerken aklıma Bedri Rahmi Eyüboğlu’unun : “Önde zeytin ağaçları arkasında yar…” diye başlayan şiiri geliyor… Çomakdağ evleri genelde iki katlı, her evin etrafında kalın duvarlar var. 1970’li yıllara kadar evlenecek çiftlere mutlaka bu taş evlerden hazırlanırmış. Yapımı oldukça zahmetli olan bu evleri taş ustaları yörede bulunan taş ocağından çıkarılan ve içinde bulunan silisyum nedeniyle pırıl pırıl parlayan taşlardan, el hünerlerini sergileyerek yaparlarmış.
Beni en çok şaşırtan durumlardan biriyse; Çomakdağ’da kadınların giydiği kıyafetlerin, taktıkları aksesuarların hepsinin bir dili, anlamı olduğu. Özellikle kadınların giydiği kıyafetlerden evli mi, çocuğu var mı, kocası hayatta mı? gibi birçok sorunun cevabını sormadan öğrenebiliyorsunuz. Ne kadar ilginç değil mi? Düğün, dernek dışındaki günlerde kadınlar basma ve pazenden dikilmiş elbiseler, altına ise topdon denilen şalvarlar giyinirlermiş. Özel günlerde ise tüm kadınlar yöresel kıyafetlerini giyiniyor. Özellikle köyde dokunan ipek kumaşlarla hazırlanan yöresel kıyafetler dikiş bilen kadınlar tarafından dikiliyor. Köyde hala az da olsa ipekböcekçiliği ile uğraşılmasının en önemli sebebi kadınların bu yöresel kıyafetleri için ihtiyaçları olan ipek kumaşları sağlamak. Beni yine çok şaşırtan bir başka kültürleri ise “düğün gelenekleri”. Eskiden beş gün sürermiş düğünleri, şimdi ise dört güne i dirmişler. Bizimkiler gibi davetiye gönderdiklerini sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. (hatta şimdilerde gençler davetiyeyi elden götürüp düğüne davet etmeye bile gerek duymayıp sosyal medya platformları üzerinden gönderiyor(!)) Düğün sahibi eğer davetlisi çok yakınıysa kumaş, ayakkabı gibi hediyeler göndererek, daha uzak bir tanıdığıysa havlu gibi daha küçük hediyeler yollayarak düğününü duyuruyormuş :) Düğünler damadın evinin yüksek bir yerine bayrak dikilmesiyle başlarmış.
İkinci gün gelinin evinde kına gecesi( kına gecesinde de gelinin başında “gelin şekeri” denilen şeker kırılıp, misafirlere dağıtılırmış.)
; damadın evinde ise “ oğlan dolandırması” denilen eğlenceler düzenlenirmiş. Düğünün üçüncü günü bayrakla birlikte kız evine gelin almaya gidilirmiş. Gelin at üzerinde köyde dolaştırıldıktan sonra davul, zurna eşliğinde erkek evine getirilirmiş. Gelin erkek evine girerken evliliklerinin bolluk ve bereketli olması dileğiyle başından aşağıya bozuk para ve buğday atılırmış. Dördüncü gün, erkek tarafı gelinin akrabalarına hediyeler götürür; “duvak eğlencesi” denilen yemekli, çalgılı eğlenceye devam edilirmiş. Oğlan evinde davullu, zurnalı zeybek oyunları; kız evindeyse ud, keman, cümbüş çalınıp oynanılırmış. Her detayıyla dört dörtlük bir düğün eğlencesi. Hala bu değerlerine sahip çıkabilmeleri ne kadar değerli! Bir gitseniz daha yazamadığım o kadar güzellikle karşılacaksanız ki… Önce bir çay için Milas’ın kahvelerinden birinde. Sonra varın gidin Beşparmak Dağları’nın gölgesindeki Çomakdağ Kızılağaç’a!
Dostça kalın..