Andy Warhol’un bir sözü vardı:
“Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak.”
Bugün bu sözlere küçük bir ek yapmamız gerekiyor:
“...Ama o 15 dakikayı algoritmalar planlayacak.”
Warhol’un Factory (Fabrika) adını verdiği sanat atölyesi, yalnızca bir resim stüdyosu değil, aynı anda geleceğin provasıydı. O atölyede Marilyn Monroe’nun yüzü tekrar, tekrar basılırken, aslında güzelliğin değil, kitlesel arzunun kopyası üretiliyordu. Gerçeğin değil, gerçeğin hissinin… Estetiğin değil, estetiğin paketlenmiş versiyonunun…
Bugün Warhol’un o “fabrikası”, çoktan dünya geneline taşındı.
Artık her cep telefonu bir üretim bandı, her selfie bir simülasyon.
Apple, Google, Amazon, Meta… Hepsi kendi gerçeklik versiyonlarını üretmekle meşgul.
Ama bu kez fırça yok, tuval yok.
Kod var.
Veri var.
Ve algoritmalar var.
Warhol’un serigrafi tekniği, ipek üzerine boya baskısıydı.
Bugün dijital dünyanın baskı kalıbıysa algoritmalardan oluşuyor.
Ne mi basılıyor?
Duygularımız, seçimlerimiz, beden imgemiz, dahası kimliğimiz.
Apple, estetiği satar gibi bir yaşam tarzı satıyor.
Amazon, arzularımızı bizden önce tahmin ediyor.
Google, neyi bilmemiz gerektiğine karar veriyor.
Disney, hayal kurmamızı bile senaryolaştırıyor.
Mattel, kız çocuklarına “ideal kadın”ın nasıl görünmesi gerektiğini öğretiyor.
Ve yapay zekâ...
Artık yalnızca bilginin değil, insanın da kopyasını çıkarıyor.
Barbie, bir oyuncak olmaktan çok önce bir prototipti.
Şimdi aynı prototipi dijital dünyada DALL-E, Midjourney ya da TikTok filtreleri sürdürüyor.
Güzellik bile seri üretimde artık.
Çünkü bedenimizle bile özgür değiliz.
Çünkü “ideal yüz”, “ideal yaşam”, “ideal kariyer” gibi hayaletler dolanıyor ekranlarda.
Ve hepimiz o hayalete benzemeye çalışırken kendimizi kaybediyoruz.
Oysa gerçek, pürüzlüdür. Kusurludur. Beklenmedik bir kahkahadır. Yaşlı bir elin kırışığıdır.
Simülasyonun bize bıraktığı soru:
Peki gerçek nerede?
Warhol’un ironisi bir uyarıydı.
Ama biz onu, bir müze objesine çevirdik.
Artık ironiyi anlamak yerine, duvara çerçeve yapıyoruz.
Bugünün “fabrikaları” bize özgürlük sattığını söylüyor.
Ama her şey “kişiselleştirilmiş”
Her şey bize uygun hâle getirildikçe, biz o kalıba uyumlanıyoruz.
Sahi…
Zincirin altın kaplama olması, onu altın bilezik yapar mı?
Warhol bir aynaydı.
Bugünün algoritmaları ise bizi o aynadan kovuyor.
Ama belki yine de geç değil.
Belki yine de, ekranlara değil, birbirimizin gözlerine bakacak cesaretimiz vardır.
Belki yine de, “gerçek olanın pikselleşmesine” direnecek bir sözümüz, bir sorumuz, bir sessizliğimiz vardır.
Çünkü bazen gerçeklik, bir sanatçının ironiyle yaptığı çarpıtmada değil;
bir annenin terli alnını silmesinde, bir çocuğun toprağa basan ayağında, bir yaşlının yaşanmışlık öyküsünde saklıdır.
Ve belki en radikal, en köktenci ve belki de en gerçek eylem, “gerçeklik yeniden hayal edilebilir” demektir.