Devletin çok farklı tanımları vardır. Bu tanımlar, devletin gelişim evreleri ile çakışabilir. Farklı devlet biçimleri elbette farklı biçimde tanımlanacaktır. Gelişimini tamamlayan bir devletin ekonomisi, sosyal yaşamı ve siyasi yaklaşımları da onun gelişmişliğini yansıtır. Faşist bir yapılanmanın olduğu devlette, ekonomi çarpık bir görünüm sunar. Sosyal yaşam, yığınların uzağına düşer. Otoriter yapılar ise, istenen değil; bir biçimde kabul ettirilen yapılanmalardır: “Neoliberal küreselleşme artık ulusal hükümetlerin alabileceği bir karar değil, çoktandır uluslararası piyasadaki finans gruplarının kararıyla hareket ediliyor, ulusal hükümetler ancak bunun detaylarıyla ilgilenebiliyor. Meloni çoktan NATO’ya sadakatini sundu ve Draghi ile birlikte çalışarak AB ile ilişkilerini olabilecek en iyi seviyeye getirmeye çalışıyor. Ayrıca insanları siyasi bir değişim yaşandığına ikna etmeye çalışacak. Fakat en kötüsü, Meloni’nin hükümeti göçmenlere uygulanan kötü muameleler ve insan hakları, kadın hakları, kürtaj, LGBT, eğitim politikaları gibi başlıklarda ciddi değişiklikler getirecek.
Ancak en kötü yanı, demokrasiyi alaşağı edecek olması, sistemin mağdurlarına sunulan; siyasetin “tatavası” ortadan kalkıp bütün iradelerini güçlü bir lidere teslim ettiği zaman bütün sorunların çözüleceğine ilişkin yanılgı. ” (LUICANA CASTELLINA, BİRGÜN PAZAR,16.10.2022)
Devletin temel politikaları ve hükumetlerin uygulamaları, uluslarüstü finans merkezlerinin dışında ve onlarla çelişir olamaz! Günümüzde devletin temel işlevi, sermayenin kolaylaştıranı olmaktır. Bu yükümlülük, en güçlü sermaye ile başlar(!) En güçlü odak, her anlamda bir çekim merkezidir. Özellikle güvenlik güçleri hemen hemen her koşulda en güçlü sermayenin hizmetinde ve dümen suyundadır(!) Ve artık milliyetçilik inançlı bir şekilde ve her koşulda sermayenin hizmetinde olmaktır(!) Hiç kuşkusuz, ulusal denebilecek sermayenin büyük kısmı da en büyük sermayenin hizmetinde veya yanındadır! Dolayısıyla milliyetçiler son belirlemede sermayenin (kökenine bakılmaksızın) neferi konumundadır. Milliyetçiliğe biraz din sosu eklendiğinde dinin dokunulmazlık zırhını da kuşanmış olur. Sonra din ve milliyetçilik sarmalı iç ve dış sermayenin koruma kalkanına dönüşür. Hiç kuşkusuz bu olumsuz gelişmeleri görerek uyarma gereği duyan yurtseverler üzerlerine düşeni yapmaya çalışırken; bölücülük ve vatan hainliği ile suçlanırlar. Bu suçlamalar, muhalefete karşı savaş hukuku uygulayan bir yapıda yargı ve diğer kurumlarda da yandaşlar bulunca; hukukun üstünlüğü, bazı hukukçular eliyle yok edilebilir(!)
Önemli olan insanların özgürce yaşamalarıdır. Bunun için, bir araya gelen insanlar en temel sivil oluşumu oluşturarak devlete vücut verirler. O devlet, aynı toprak aynı amaç, aynı inanç ve beklentilerden oluşur. Devlet oluşumu sürecinde açık ve örtük uzlaşmalar vardır. Güven ve güvence temel dayanaklardır. Farkındalık, bir ayrı olmazsa olmazdır. Benzerleri bir araya toplayan devlet yapılanması özünde, farklı yaşam birlikteliğinden oluşur. Farklılıkların birlikteliğinin harcı laikliktir, yani özgür yaşamların dokunulmazlığının güvencesi. Hiç kimse kendi yaşam biçimini veya inancını başkalarına zorla dayatamaz! Bu aynı zamanda inanç özgürlüğünün de güvenceye alınmasıdır. Başkalarına dayatmamak koşuluyla her özgür birey kendi inancını yaşayabilir ki; devlet de bunun güvencesidir.