Emek ve sermaye kendisi için uygun olanı tercih etmek özgürlüğüne sahiptir. Ama bu özgürlük, koşulların belirlediği alanlarla sınırlıdır. Sınırlardaki değişim ise, sürekli olarak emekçilerin aleyhine olmaktadır! Bu saptamalar sonucunda şunu söylemek olası: Emek kendisi için uygun bulduğu pazara yönelir. Ancak, henüz mobilize olan sermaye karşısında emek akıcılığı gerçekleştirilememiştir. Pazar vatandaşlığı olgusunun nasıl gerçekleşeceğini yaşayacağımız süreçler gösterecektir. Bu özgürlük için bireylerin beklenmedik bedeller ödemesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Tek tek ödeyecekleri bedel, son belirlemede insanlığın ödeyeceği bir bedeldir. Ancak, bu noktada iradi müdahalecilik devreye girmelidir. Emek güçleri, yerel ve ulusal boyutta her alanda örgütlenerek (çalışanlar ve çalışmak isteyip de çalışamayanlar) ulus eşiğini atlayıp, küresel örgütlülüklere yönelmelidir. Emeğin küresel örgütlülüğü öncelikle emekçilerin ve son belirlemede de dünya insanlık ailesinin güvencesi olacaktır. Pazar vatandaşlığı doğal çevreyi farklı biçimlerde tahrip etme potansiyeli taşımaktadır. Özgünlüklerin yok olması ve kamusal alanların daralması gibi olumsuz sonuçlar kaçınılmazdır! Kürede yok edilen her varlık, kürenin yoksullaşmasına neden olur!
Güvenlik, ülkenin ve vatandaşın güvenliğini öteleyerek, pazar güvenliğini ön plana çıkarmaktadır. İçi boşaltılan kılıf devletler, öncelikli olarak pazarın güvenliğini sağlamaya çalışmaktadırlar. Üstelik, pazar güvenliğini sağlayan görevlilerin maaşları ve giderleri ülke yoksulları tarafından finanse edilmektedir. Yani farklı bir biçimde ifade edersek; mal güvenliği vatandaşlarımızın can güvenliğinden önde gelmektedir. Güvenlik dendiğinde sadece dışarıdan gelecek düşmanların saldırıları anlaşılmamalıdır. Bireyin varlığını tehdit eden her şey (işsizlik, eğitime erişememe, sağlıksız beslenme, yoksulluğun neden olduğu geçimsizlikler ve güvencesiz bir gelecek korkusu vb.) yaşam güvenliği olarak algılanmalıdır. Soruna bu şekilde yaklaştığımızda; işsizliğin, yoksulluk ve yoksunlukların da güvenlik sorunu olarak ele alınması gerektiğini görürüz. Hatta kamusal varlıkların yetersiz ve tutarsız gerekçelerle elden çıkarılması da… Mülkiyetten yoksun bırakmak aynı zamanda paylaşımdan uzaklaştırmaktır!
Doğanın doğal kurallarından biridir. Değişim hızlanınca, geçmiş de hızla uzaklaşır şimdilerden. Böyle bir yabancılaşma sürecini yaşamaktayız. Değişimler sadece yapıları değil, değişen yapıların tanımlarını da değiştirir. Tanımlanmamış veya tanımı güncellenmemiş hiçbir şey temel olarak ya da ön kabul olarak alınmamalı ve ileri sürülmemelidir. Yaşadığımız küreselleşme süreci ulus devletlerin biçimini ve içeriğini değiştirerek onlara yeni işlevler yüklemiştir. Kimi devletler küre üzerinde yer belirlemek için kullanılan adreslere dönüştürülmüştür. Devlet, uluslar üstü sermayenin kolaylaştırıcısı olarak bir anlaşma platformu gibi kullanılmaktadır.
Çalışmak ihtiyacı içinde olan kişiler emek pazarına sunumlarını (kafa ve kol emeği) onların istediği biçime dönüştürmek zorundadırlar. Yani, hizmet üreteceği alana ilişkin bilgi ve becerileri kendileri kazanmak ve hızla gelişen değişimleri de bilgi ve beceri olarak öğrenerek kanıtlamak zorundadırlar. Kısacası iş için gerekli olan bilgi ve becerilerin giderlerini karşılamak da onların sırtına yıkılmaktadır. Bu ilişkiler kaçınılmaz olarak devletle bireyler arasındaki ilişkileri değiştirmektedir. Tüm bu oluşumlar pazara bağımlı bir vatandaş türünün gelişmekte olduğunu göstermektedir (ithal doktor, hemşire ve mühendisler bu kapsamda değerlendirilmelidir). Bireyler üretme koşullarından yoksun bırakılmalarına karşın; yoğun biçimde tüketime katılmaları doğrultusunda özendirilerek teşvik edilmektedirler. Bunun doğal ve kaçınılmaz sonucu olarak; geleceklerini bugünlerde tüketmektedirler. Bu olgu PAZAR VATANDAŞLIĞI kavramını gündeme getirmektedir. Çünkü varlıklar hızla el değiştirmekte ve belirli odakların eline geçmektedir. Her değişim öncelikle emekçilerin yaşam alanlarını daraltmaktadır!
Yeni söylemler yaşanan veya yaşanacak olan değişimlerin kanıtıdır. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla devlet hızla kamusunu kaybetmektedir. Devlet kamusunu kaybederken, özellikle varlıklar ve sahiplik olgusunun yeni halleri nedeniyle vatandaşların vatanlarıyla olan bağları koparılmaktadır(!) Bu bağı koparılan elemalar(emekçiler) yaşamlarını sürdürebilecekleri yeni pazarlara yönelmektedirler. Ben Pazar vatandaşlığı yazısını yirmi yıl önce yazdım. Şimdi bazı şeyler görünür olmaya başladı. Bu değişim süreci doğal olarak yaşamın her alanını etkilemektedir. Görebildiğim iki değişiklik ile ilgili yapay zekanın yorumunu aldım:
“Seçenekler azalınca çözümler ilkelleşir.” Söyleminin, tekno feodalizm ile ilişkisi nedir?”
"Seçenekler azalınca çözümler ilkelleşir" söylemi, insanların sınırlı seçenekler karşısında daha basit ve temel çözümler üretmek zorunda kaldığını ifade eder. Bu durum, tekno-feodalizm kavramıyla ilişkilendirilebilir. Tekno-feodalizm, modern toplumların teknolojik altyapı ve ekonomik yapılar üzerindeki etkilerini ele alan bir kavramdır.
Tekno-feodalizm, dijitalleşmenin yarattığı yeni güç dinamiklerini ve bu dinamiklerin toplumsal ve ekonomik yapılar üzerindeki etkilerini açıklar. Bu yeni toplumsal yapı, bilginin ve teknolojinin kontrolü üzerinden yeniden şekillenmektedir. Özellikle büyük teknoloji şirketlerinin ve dijital platformların, bilgi ve veri kontrolü sayesinde ekonomik ve sosyal güç kazandığı bir düzeni ifade eder.
Bu bağlamda, tekno-feodalizm koşullarında seçeneklerin azalması, bireylerin ve toplumların daha ilkel çözümler üretmek zorunda kalmasına neden olabilir. Örneğin, büyük teknoloji şirketlerinin tekelci yapıları, küçük işletmelerin ve bireylerin rekabet edebilme yeteneklerini sınırlayabilir. Bu durum, yenilikçi ve yaratıcı çözümler yerine, daha basit ve temel çözümlerin tercih edilmesine yol açabilir2.
-“Devletin kamusallığını yitirmesi ile vatandaşın vatandaşlık bağlarının kopması nasıl bir olguyu işaret eder?”
“Devletin kamusallığını yitirmesi, yani kamusal hizmetlerin ve alanların özelleştirilmesi veya kamusal yararın göz ardı edilmesi, vatandaşların devletle olan bağlarının zayıflamasına neden olabilir. Bu durum, toplumsal güvenin azalmasına ve vatandaşların devletle olan aidiyet duygusunun zedelenmesine yol açabilir. İşte bu olgunun bazı önemli noktaları:
- Toplumsal Güven: Kamusal hizmetlerin ve alanların özelleştirilmesi, vatandaşların devlete olan güvenini sarsabilir. Devletin kamusal yararı gözetmemesi, vatandaşların devlete olan güvenini azaltır ve toplumsal bağları zayıflatır.
- Eşitlik ve Adalet: Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, eşitlik ve adalet duygusunu zedeler. Vatandaşlar, devletin adil ve eşit hizmet sunmadığını düşündüklerinde, devletle olan bağları kopabilir.
- Toplumsal Dayanışma: Kamusal hizmetlerin azalması, toplumsal dayanışmayı zayıflatır. Vatandaşlar, devletin toplumsal dayanışmayı desteklemediğini düşündüklerinde, devletle olan bağları zayıflar.
- Vatandaşlık Bilinci: Devletin kamusallığını yitirmesi, vatandaşlık bilincini zayıflatır. Vatandaşlar, devletin kamusal yararı gözetmediğini düşündüklerinde, vatandaşlık bilinci ve sorumlulukları azalır.
Bu bağlamda, devletin kamusallığını yitirmesi, vatandaşların devletle olan bağlarının kopmasına ve toplumsal güvenin azalmasına neden olabilir.”
Toplum yaşamında eğitim ve sağlık koşullarının ilkelleşmesi, dünya insanlık ailesinin kaybıdır. Eğitimdeki ilkellik yerini bilimsel olmayan yapılara bırakır. Din istismarı yapan kişi ve odaklar insanların doğal yaşamı üzerinde etkili olur. Bu yıkıcı etkiler insanlık tarihine silinmez lekeler bırakır!