Muhafazakarların yeniliklerden yana olabilmeleri için demokrat olmaları gerekir. Demokratlık gökten zembille inmez. Toplumsal gelişimin belirli aşamaları yaşanırsa demokratlık yaşam biçimine dönüşür. Zaten çağdaşlık ve demokratlık bir gelişmişlik sorunudur. Bu süreçler yaşanmamış ise; muhafazakârlar yönetime gelirse, yıkıcılıkları ön plana geçer. Modernlikleri eskileri cilalamaktan öteye gitmez! Gelişmemiş bir ülkenin demokratik yapısının olması pek olası gözükmemektedir. Gelişememiş ülke kaynaklarını ve değerlerini gerektiği gibi değerlendiremez. Hatta gelişme potansiyeli olanları bir biçimde yok eder(!)…

Modernlik dendiği zaman onun temel özelliklerinden birinin çağdaşlık olduğu bilinir. Çağdaşlık bilimsel olandır. Muhafazakarlık din soslu olunca modernlik ortadan kalkar ve sadece biçimsel farklılıklar yaratabilir. Muhafazakârlar yenilikçi olabilir mi? Muhafazakârlar değişim ve dönüşümlere karşı olan kişilerdir. Bu noktada sermayedar ile muhafazakarın aynı noktada buluşması gerekir. Fakat sermaye sahibinin görüşü uzak erimlidir ve yaşam satrancında birkaç hamle ilerisini görebilir. Demokrat olmayan yani, iktidar dolayımından toplumsal konum kazanan muhafazakârlar, bir adım ötesini göremez. Muhafazakâr kapital ile ilişkiye girdiğinde zorunlu olarak uzak görüşlülüğü artmaya başlar. Çıkarının gerektirdiği değişimlere ses çıkarmaz ve hatta bu doğrultuda çaba harcayabilir.

Maddi yöndeki ileri dönük değişim, manevi yönü de değiştirir. Yalnız maddi ve manevi yönlü değişimler aynı zamanlı değil, manevi olgular yan ve ardıl üründür. Birinci kuşak muhafazakârlar, yakın geçmişle olan bağları nedeniyle utangaçtırlar. İkinci kuşak ise umursamaz ve duyarsızdır. Umursamazlık tüm değerleri aşındırır ve ahlak sönmeye başlar(!)

Alışılmış muhafazakarlıkta mevcudu koruma önceliklidir. Günümüzdeki yıkıcı muhafazakarlıkta ise; mevcutları yıkarak kendine özgü düzenlemeler yer alır. Hatta yıkıcılık, onu var kılan düzen ve ortamı da dinamitler. Siyasi, sosyal ve ekonomik alandaki kazanımların korunması için yandaşlara sınırsız olanaklar sağlanır ki, bu aynı zamanda suç ortaklığının başlangıcıdır. “İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” kuralı işlemeye başlar. İnananlardan çok inanıyormuş gibi gözükenler yönetsel yapıya egemen olur. Bu süreçte dincilerden mafya saflarına katılanlar olduğu gibi, mafyada iktidar saflarında yer alır.

Muhafazakarlık, maddi çıkarlarını manevi değerler üzerinden savunmaktır. Sırtından kazandığı insanları kazanımlarının sadık bekçisi yapar. Özünde insanların genel olarak muhafazakâr oldukları alan veya alanlar mevcuttur. Birey yaşamının her aşamasında farklılıklardan, değişim ve dönüşümlerden yana olursa ancak o zaman muhafazakarlığından söz edilemez. Bu noktada bilimsel şüphe muhafazakarlığın panzehridir.

Sermayenin(egemenlerin) muhafazakâr olması anlaşılabilir bir şeydir. Burada anlaşılması güç olan, bilinci yeterli olmayan emekçilerin muhafazakarlaşmasıdır ki; bu çarpık oluşum toplumdaki dengeleri emekçiler aleyhine bozar. Burada eğitimin yetersizliğinden değil, planlanmış bir eğitim aracılığıyla cahilleştirmeden söz edilebilir.

Kör, sağır ve topal kavramlar olumlanınca doğruya erişmek olanaksızlaşır. Aydın din adamı, aklı başında muhafazakâr, inançlı sermaye vb. Bunlar aynı zamanda ve aynı yerde olmayacak zıtlıklardır.

Aydın öncelikle yaşamdan yana olandır. Yaşamdan yana olmak, yaşam koşullarını yaşamlar lehine geliştiren ve değiştiren bir pozitif yaklaşımdır. Bu yaklaşım bilimseldir, bilim aydınların olmazsa olmazıdır. Bu nedenle hem din adamı hem de aydın olmak olası gözükmemektedir. Din adamı olmasına karşın sonradan aydın olan saygın insanlar vardır. Turan Dursun ve Bahriye Üçok bunlardandır. Ama bu aydın insanları dinden çıkarı olanlar yaşatmadılar. İşte bu nedenle “aydın din adamı” söylemi kör bir kavramdır.

Aklı başında muhafazakâr öngörü sahibi olandır. Canını (varlıklarını) korumak ve kurtarmak için tehlike karşısında kuyruğunu feda eden kertenkele gibi davranır. Buradaki değişime uyumlu yaşam algısı, varlık korumaya yarar.

En az bildiklerine en çok inanalar her şeyden önce yaşamı kendileri için yaşanmaz kılarlar! Çünkü saf ve temiz inananların art niyetli ve kendi çıkarını ön planda tutan yalancılara da inanma olasılıkları oldukça yüksektir. Aslında, inanma ihtiyacı içinde olanlar, aldatılmaya en yakın olanlardır. Kapitalistler sömürme işine yakın çevrelerinden başlar. Aynı şeyi din istismarcıları da yapar. Muhafazakarların bu değinilen kümelerde yer alma olasılığı yüksektir.

Gelişmiş ülkelerin muhafazakarları demokrat, milliyetçileri de yurtsever olabilir. Temel hakların özümsenerek benimsenmesi, her koşulda yaşamın yararına olur! Kuruluş ve kurtuluş sürecinde vatanını sevenler bir tarafta, ülkesinin düşmanlarıyla birlik olanlar karşı taraftadır. Bu nedenle bu süreçteki milliyetçiler büyük olasılıkla yurtseverdir. Bu savın en tipik örneği Atatürk milliyetçiliğidir. Atatürk milliyetçiliği eşitlik temelini öngörmektedir. Ön açan, yol gösteren ve destekleyerek el atan bir yaklaşımdır. Dayanışmayla üreten, adil olarak paylaşan bir bütünleştirici bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım milletin harcı olmuştur. Daha sonra yaşanan olumsuz süreçler ayrışmalara ve negatif öbekleşmelere neden olmuştur. Bize dayatılan süreçte; milliyetçiler tanımadıklarının, dinciler bilmediklerinin savunucusu olmuşlardır(!)…

NOT: UĞUR MUMCU’YU SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ… “VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ!...