Antik çağda, Atina’nın taş döşeli alanlarında, yurttaşlar toplanır; yüksek sesle konuşur, tartışır, birbirlerini ikna etmeye çalışırdı. O alanın adı Agora idi. Ancak hemen belirtelim ki Agora, öyle her önüne gelenin girebildiği bir yer değildi. Kadınlar, köleler, yabancılar kapının dışında kalırdı. Demokrasi, “halkın yönetimi” olarak tanımlansa da, o halkın kim olduğu baştan belirlenmişti.
Sonra çağlar değişti, düşünceler gelişti, matbaa bulundu, kahvehaneler kuruldu, gazeteler çıktı. Düşünür Habermas’ın “burjuva kamusal alan” dediği yeni bir dönem başladı. Kuşkusuz orada da bir eşitsizlik vardı. Örneğin gazetenin sayfalarını belirleyen editörler, kahvehanelerdeki tartışmaya girecek olanlar yine belli bir sınıfın insanlarıydı. Bir başka deyişle demokrasi, her dönemde biraz seçici ve seçkinci davrandı.
En sonunda geldik bugüne; dijital çağa... Günümüzde herkesin cebinde, Antik Agora’dan daha büyük bir “sanal alan” var; sosyal medya. Burada coğrafya yok, kapı yok, taş döşeme yok. Yalnızca ekranlar/yansılar var… Ve yansıların arkasında görünmez kapılar var ki onlar da algoritmalar...
İlk çağlarda kimin konuşacağına Agora’daki muhafız karar verirdi, şimdi ise kimin sesinin duyulacağına algoritmalar karar veriyor. “En çok beğeni alan” bir düşünce mi gerçekten en değerli düşünce, yoksa en çok tıklanacak olan mı? İşte bunu algoritmalar seçiyor.
Düşünür Hannah Arendt’in dediği gibi, siyaset “ortak bir dünya” kurmaksa, biz hangi dünyayı kuruyoruz? Beğeni ve paylaşım sayılarından örülmüş, kırılgan bir sanal dünyayı mı?
Kuşkusuz sosyal medya protestoları hızlı örgütlüyor. Gezi’de gördük, Arap Baharı’nda gördük. Ama aynı hızla dağılıyor. Çünkü alanlar sanal, zemin kaygan... Suya yazı yazmak gibi, şu sanal alan... Amerika'da yaşayan ve dijitalleşme konusunda uzman olan Türk Bilim Kadını Zeynep Tüfekci’nin dediği gibi, dijital çağın protestoları güçlü bir kıvılcım ama güçsüz bir ateş...
Belki de sorun teknolojide değil, bizim “katılım” anlayışımızda... Antik Agora’da bir konuşma saatler sürebilirdi; şimdi 280 karakter, ama kimileri bu kadarını bile okumuyor. Çünkü günümüz insanının çoğunun görsel paylaşımlara ilgisi 2 saniye ile sınırlı... Hızla tüketilen içerikler, hızla unutuluyor. Demokrasi, sabır isteyen bir iştir; algoritmalar ise çok sabırsız...
Bugün geldiğimiz nokta, biraz ironik:
-
Antik dönemde alan fizikseldi, ama dışlayıcıydı.
-
Modern dönemde kamusal alan görsel ve yazılı basınla genişledi, ama ticarileşti.
-
Dijital çağda ise kuramsal olarak herkes var, ama uygulamada herkes algoritmanın insafına bırakılmış durumda.
Soruyu yeniden soralım: Bu yeni “dijital agora” gerçekten demokratik mi, yoksa büyük bir dijital gösteri mi?
Yanıt belki de şurada gizli: Demokrasi, ne taş döşemeli bir alan, ne de kod satırlarından oluşan bir düzlemdir. Demokrasi, ortak sorunlarımızı konuşmak için cesaret, birbirimizi dinlemek için sabır, farklılıklarımızla bir arada yaşamak için irade/istenç gerektirir. Eğer bunlar yoksa, ne Agora ne algoritma bizi kurtarır.
Önemli olan demokrasi alanının taş mı, yoksa dijital ekran/yansı mı olduğu değil; konuşanın insan mı, algoritma mı olduğudur. Bilinmelidir ki insanın konuşamadığı yerde de demokrasi yoktur. Hani Orwell aganın bize tanıştırdığı şu ünlü Big Brother var ya işte tüm kararları o veriyordur.
Sözün özü dijital çağda demokrasi yolculuğumuz çok daha engebeli, çok daha da zor !