Normal bir durum söz konusu olsa, söze ehliyetli kadrolar diye başlarız. Şimdi aynı şeyi söyleyemiyoruz. Yapıyı kontrol eden çıkar odaklarının, haksız, hukuksuz ve adaletsiz çıkarlarını güvenceye almak için biat eden ehliyetsiz kadrolara gerek duyulur. Demokratik yönetimin olduğu bir ülkede liyakate önem verilir ve ehliyetli kadrolar göreve getirilir. Yani, nitelikli insanların niteliklerinden yararlanılır. Eğer balık baştan kokmaya başlarsa, niteliksiz kadroların niteliksiz liginden yararlanırlar(!) Bu, yok oluşa atılan adımlardan biridir. Aynı süreç çözülme ve çürüme ile devam eder. Geç gören yığınlar, güç duyanlar ve aklını kendi yararına kullanmayanlardan oluşan topluluklar, ancak duvara tosladıklarında uyanmaya başlarlar(!) Yığının her bireyi ile toslanacak duvar arasındaki mesafe aynı olmadığından; yığınlardaki uyanış ve tepki eşzamanlı olmaz. Sürüklenen sürü, kendisinden olanların düşmesi halinde de yoluna devam eder. Hatta düşenleri çiğneme pahasına ve sona giden her adımı kurtuluşa atılıyormuş yanılgısıyla!...
Ülkemizin yüzde yetmişe yakınına maden arama ruhsatı verilmiştir. Yabancılarla birlikte olan işbirlikçiler, ülkenin her yanını hallaç pamuğu gibi atmakta, köstebek gibi her yeri oymaktalar. Bu kadar çok maden çıkarılan bir ülke, dünyanın en zengin ülkesi olmalı. Gerçi ülkemizde de dünyanın en zenginleri arasına katılanlar var. Aynı süreçte özellikle emeği ile geçinen insanlar, her geçen gün daha çok yoksullaşmaktalar(!) Hepimize ait olan bu ülkede bir avuç atanmış ve işbirlikçi neden ölçüsüz biçimde zengin olsun ki? Çünkü zenginlik arttıkça yoksulluk tırmanıyor. Aynı ve fakat farklılaştırılmış mekanlarda zenginlerin gölgesinde yoksullarda yaşama tutunmaya çalışıyor(!) Bu kendiliğinden olacak veya olabilecek bir şey değil. Halkın güvenini kendi çıkarı için kullananların tasarlayarak gerçekleştirdikleri bir durum!
En çok, en az bildiklerine inananlar; aldatıldıklarını anlamaktan yoksun olanlardır. Zaman hep aynılıklardan yana sürüp gitmez, aksine hep değişimlerle devam eder. Değişmeyenleri veya değişime direnenleri, öteki koşullar mutlaka değiştirir. Değişimi önceden gören veya tasarlayanlar, tıpkı nalıncı keseri gibi kendileri lehine çalışırlar. Dahası yığınları kendi çıkarlarını güvenceye alacak biçimde eğitirler. “Sorun insanların eğitimsiz olması değil. Sorun insanların kendilerine öğretilenlere inanacak kadar eğitilmeleri, ancak kendilerine öğretilenleri sorgulayacak kadar eğitilmemeleridir.” (Rıchard Feynman) Lafın özü şu; sorusu az olanın gerçeği çok olamaz!
Nelere inanması gerektiğini kendi çabası ile bulanlar, gerçeklerinden ödün vermez. İyiyi, kötüyü, yararlı olanı ve yararsız gördüğünü tartışır. Kendi gerçeklerini bulan ile kendisine gerçek diye belletilenleri kabul edenler arasında uçurumlar oluşur(!) Uçurumun negatif yakasında yer alanlar, uçurumun pozitif yakasında yer alanları ötekileştirirler. Aslında bu onların tercihi olmayıp, onları yönlendirenlerin istekleridir. Parçalanan yığınlar birbiri ile mücadele ederken onlar bir biçimde sahip olduklarını korumaya devam ederler. Böyle bir ortam hukuksuzluğun egemen olduğu bir ortamdır. Yönetenlere her türlü kolaylığı sağlayan bir ortam(!) Şiddeti ve baskıyı istediği gibi kullanır. Bu azınlığın çoğunluğu istediği gibi yönetebilmesinin en kestirme yoludur. Parçalanan çoğunluğun bir kısmı, bilmeden ama isteyerek kendi çıkarlarını engellemek için ve kendisine karşı savaşır(!)…