Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanını meclise getirdiği gün, işte o gündü…
Yılmaz Özdil’in Anka Kuşu” adlı kitabından aynen aktarıyoruz:
Ve ülkenin [her şeye rağmen] nerelerden nerelere getirildiğini anımsamamız için ibretle aşağıdaki satırları yeniden okuyoruz:

“O gün...
Türkiye'nin nüfusu 13 milyondu.
11 milyon kişi köyde yaşıyordu.
40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu.
30 bin köyde, yani her dört köyün üçünde cami yoktu.
Traktör sayısı sıfırdı, karasabandan başka bir şey yoktu
Ayçiçeği üretimi yoktu, şeker üretimi yoktu, ekmeklik ithal ediliyordu, pirinç ithal ediliyordu, yağmur sulama yoktu.
Beş bin köyde sığır vebası vardı.
Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu.
Bir milyon kişi frengiliydi.
İki milyon kişi sıtmaydı.
Üç milyon kişi trahomluydu.
Verem, tifüs, tifo, salgın üstüne salgın vardı. 
Bit'le başa çıkılamıyordu.
Bebek ölüm oranı yüzde 40'ın üstündeydi.
Dünyaya gelen her iki bebekten biri ölüyordu.
Anne ölüm oranı yüzde 18'di.
Her beş anneden biri doğumda ölüyordu.
41'inci yaşını gören şanslıydı.
Ortalama ömür 40'tı.
Memlekette sadece 554 doktor vardı.
Sadece 69 eczacı vardı, ancak sekizi Türk'tü.
40 bin köy, sadece 136 ebe vardı.
Savaşta yanmış, yıkılmış bina sayısı 115 bindi, ağır hasarlı bina sayısı 12 bindi, komple kül edilmiş köy sayısı binin üzerindeydi, ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu ama, kiremit bile ithaldi.
Limanlar yabancıya aitti.
Madenler yabancıya aitti.
Bankacılık sistemi yabancılara aitti.
Demiryollarının bir metresi bile bize ait değildi.
Toplam sermayenin sadece onda biri Türk'tü.
Osmanlı'dan ayakta kala kala dört fabrika kalmıştı, Hereke İpek,
Feshane Yün, Bakırköy Bez, Beykoz Deri, fabrika demeye bin şahit isterdi, makineleri ilkeldi.
“Sanayi” denilen işletmelerin yüzde 95'inde motor yoktu.
10 işçiden fazla işçi çalıştıran, sadece 280 işyeri vardı.
Bunların da 250'si yabancılarındı.
Kişi başına milli gelir 45 dolardı.
Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus'ta vardı; güya vardı demek daha doğru olur, çünkü aylık elektrik üretimi sadece 50 kilovatsaatti.
Dört mevsim kullanılabilen karayolu yoktu.
Otomobil zaten yoktu, ulaşım aracı kağnıydı.
Nakliyat develerle, eşeklerle yapılıyordu.
Kadın, insan değildi... Eşit eğitim hakkı yoktu, meslek edinme hakkı yoktu, boşanma hakkı yoktu, velayet hakkı yoktu, kendisine miras kalan mallar üzerinde bile tasarruf hakki yoktu, seçme hakkı yoktu, seçilme hakkı yoktu, doğum izni yoktu, çalışma hayatında eşit hakkı yoktu, eşit işe eşit ücret hakkı yoktu, kürtaj hakkı yoktu, gebeliği önleme hakkı yoktu, kızlık soyadını kullanma hakkı yoktu.
Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu.
Yabancılar tarafından çıkarılan arkeolojik eserlerimiz, padişahların hediyesi olarak, trenlerle Avrupa'ya, ABD'ye kaçırılmıştı.
Kimisi alaturka saati kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi zevali saati kullanıyor, grubi saati esas alıyordu. Kimisi güneşin tamamen battığı 'ezani saati esas alıyordu. “Saat kaç?” diye sorduğunda, her kafadan ayrı ses çıkıyordu!
Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi rumi takvim
kullanıyordu, kimisinin Şubat’ı kimisinin Aralık’ına denk
geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda yaşıyordu.
Dirhem, okka, çeki vardı.
Arşın, kulaç, fersah vardı.
Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz dünya standartlarındaydı, bütün ölçülerimiz Ortaçağ'dı.
Türkçe,600 sene boyunca katledilmişti. Arapca-Farsca harmanlamasına Osmanlıca denilmişti. Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapçayla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
İbrahim Müteferrika'dan itibaren bu topraklarda 150 yıl boyunca basılan kitap sayısı, alt tarafı 417 adetti; bunlar da gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Ki zaten, İbrahim Müteferrika da Macar'dı.
Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa'da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, beş milyar adet satılmıştı.
Gazete sadece İstanbul ve İzmir'de vardı.
Erkeklerin sadece yüzde yedisi okuma yazma biliyordu.
Kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu.
Okuryazar erkeklerin ezici çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi.
Avrupa'yla kıyaslarsak, 1923 yılında, Almanya'da okuryazar oranı yüzde 80'di, Hollanda'da yüzde 80'di, İngiltere'de yüzde 75'ti, Fransa'da yüzde 70'ti, İspanya'da yüzde 30'du.
Okul yaşı gelen on çocuğumuzdan dokuzu okula gitmiyordu.
Toplam 4 bin 894 ilkokul vardı.
Sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı.
Öğretmenlerin beşte birinin öğretmenlik eğitimi yoktu.
Bütün memlekette tek üniversite vardı, Darülfünun,  halliceydi, memleket bilimden çoook uzaktı…
Medreselerde Türkçe yasaktı, bağnazlık yuvalarıydı.”

Bu gün yaşamakta olduğumuz süreç, işte bu koyu karanlıktan bizi çıkartan “devrim”in, tam karşısındaki bataklıktır…
Bu süreci anımsayarak önümüze bakalım…
http://www.soruyusormak.com