Korkular içinde geçti çocukluğumuz. Cinler, periler, alkızları, hortlaklar, Şık Mehmet, Topal Ali ve mezarlıklar, korku dünyamızın kahramanlarıydılar.
Köyümüzün iki delisi vardı. Topal Ali ve Şıh Mehmet. Biz çocuklar, Şık Mehmet'i taşlarla kovalardık ama epeyce yürüme engelli, yüzünde büyükçe bir ur olanTopal Ali'yi gördüğümüz zaman saklanacak delik arardık.
Topal Ali, cinlerle gezerdi, cinlerin düğünlerine katıldığını heyecanla anlatırdı. Biz çocuklar, korkudan titreyerek, onun başına toplanır, cinlerle olan ilişkilerini soluksuz dinlerdik.
Köyümüzün Pulpınar dediğimiz bir mevkisi vardı. Oranın Cinli olduğunu herkes bilirdi. Biz çocuklar, akşamüstleri o bölgeye korkumuzdan pek gidemezdik. Annem, cinleri görürsen hemen dereden atla, cinler sudan korkar derdi.
***
Pulpınar tarafında bizim yoncalığımız vardı. Babam yeni biçmişti yoncalığımızı. Danalarımıza bir kucak yonca getirmem için akşamüstü beni yoncalığa göndermişti. Korkuyordum ama babama da hayır diyemiyordum. Çaresiz korka korka yoncalığımıza ulaştım.
Bir kucak yoncayı kucakladığım gibi, köyümüze doğru hızla koşuyordum. Sağıma, soluma bakamıyordum. Derenin paralelinde köye doğru koşuyordum. Cinler beni yakalarsa, hemen dereden atlayacaktım.
Ve olan oldu. Tozlu köy yolunda, artık koşamıyordum. İleriye doğru hamle ediyorum ama bir türlü ileriye adım atamıyordum. Kan ter içinde kalmıştım. Soluk soluğaydım. Cinler beni yakalamıştı. Arkama korkumdan dönemiyordum. Dereye doğru bir hamle yaptım çaresiz, o kuvvetli hamle ile birden kendimi yerde buldum. Hafiflemiştim. O hızla kendimi evimizde buldum. Belki cinler bana acımış, serbest bırakmışlardı. Korkumdan kimseye de anlatamadım başımdan geçenleri.
***
Köyümüzden biri öldüğü zaman, hemen hortlak hikâyeleri başlardı. Herkes başka türlü görürdü hortlağı. Beyaz kefen içinde damlarda gezdiği söylenirdi, bazı zamanda beyaz bir köpek olur evinin önünde ulurdu. Geceleri su istemeye geldiği, evlerin penceresinden baktığı, beyaz bir atla dörtnalla ışıklar saçarak köye doğru geldiğini görenlerde olurmuş. Bazıları için de "mezar-toprak- kabul etmemiş" derlerdi. Biz çocuklar, köyde ölümlü günlerde hortlaklarla karşılaşmaktan çok korkardık. Bir yandan da hortlak hikâyelerini can kulağıyla dinlerdik.
Tek öğretmenli birleştirilmiş sınıflı okulumuzun yeri eskiden mezarlıkmış. Okulda akşamları bir ışık yandığını, büyüklerimiz ballandıra ballandıra anlatırlardı. O mezarlıkta bir evliya yatarmış. Akşamları okul tarafına yaklaşamazdım. Uzaktan baktığımda da ışığı görürdüm.
***
98 yaşındaki Annem, on kez doğum yapmış. Yedi kardeşiz yaşayan. Ailenin ikinci numarası benim. Küçük kardeşlerimin doğumlarını hep hatırlarım. O zamanlar köylük yerlerde, ebe, doktor, ilaç yabancı kavramlardı. Doğumları köyün tecrübeli kadınları yaptırırdı.
Doğum sonrası en korkulan şey "Al Basması"ydı. Ateş yakılır, hiç söndürülmezdi. Helkelerle kapının önüne su konurdu. Loğusa kadınların yattığı odada, Kur-an bulundurulurdu. Kardeşlerimi "Al Basmasın" -Al kızı- götürmesin diye korkularla karışık çocuk kalbimle ne dualar ederdim.
***
Korkularla büyüdük. Doğal bir selektörden geçtik. Güçlü olanlar ayakta kaldı. Korkular kişiliklerimize yansıdı.
Son olarak unutmadan eklemek istiyorum. Kucağımdaki yoncalar yerde sürüklenirken, ucuna bastığımın, basınca hareketsiz kaldığımı, cinlerin beni tutmadığını ancak yıllar sonra anladım.