Sosyal medya kimileri için bir rehabilitasyon kliniğidir.
Kimileri için, “klavye devrimciliği”nin modern bir aygıtı.
Kimileri için ise, reklam-reklam-reklam’dan ibaret benmerkezci havai fişeği…
Gönder gökyüzüne rengarenk fişekleri, açıla saçıla yer küreye dökülsünler… Ve sen sayın fişekçi, böylece “ıslak-sulu” boya motifleri ile renklendir çevrendeki insanların göz bebeklerini.
Aferin!
Hele hele sen, kıdemli-eski tüfek ulema, okşa klavyenin tuşlarını ucu açık soyut devrim kavramına doğru.
Devrim kime ait?
Kimin devrimi?
Proleterya “demokrasisi”nin mi?
Yoksa Paris’in ünlü hapishanesi Bastille’den salıverilen [yani tahliye edilen] demokrasinin devrimi mi?
Ya sen yarım yamalak küçük burjuva kültürünü bile içselleştirmeden beyninin tüm [sağ-sol] karıncıklarına tepeleme yerleştirirken… Sen canım arkadaşım sen, yoldaş mıyız biz seninle; yoksa kuru sıkı bir hoş sohbet ilişkisi mi var aramızda?
Bu kadar mı gerçekten?
Böyle güdük, böyle kısır, böyle anlamsız mı her şey?
Bunca yıl, bunca ter-zindan-kitap-tefekkür falan, boşuna mıydı gerçekten?
Hııı?
Ne diyorsun?
Yani, sesimi duyuyor musun?
Yoksa televizyonun karşısında sahipsiz bir puta secde eder gibi, yalandan inançlarınla mı meşgulsün yine…
Ve inançlarını fikir zannederek, yani böylece kendini bile… Bile-bile, göre-göre aldatarak yaşamını sürdürmekte kararlı adımlar mı atıyorsun?
Yoksa, yoksa sahiden, içtenlikle, sızlanmalarımı bile duymuyor musun?