Bir arabanın dikiz aynası düşmüş, hemen yan koltuktan alınan bir koli bandıyla cama yapıştırılmış. Bir masa ayağı çatlamış, çevresine sarılmış bir elektrik bandı… Bahçe kapısı tutmuyor, bir tel geçirilmiş... Tanıdık geldi mi?
Hiç kuşkusuz, bizim halkımız için her sorun; biraz bantla, biraz telle, biraz da iple çözülebilir.
Adına ne derseniz deyin: koli bandı, elektrik bandı, şeffaf bant, hatta bazen yalnızca lastik...
Türk usulü çözüm, “yapıştır gitsin” mantığıyla işler.
Tüm bu geçici çözümler, aslında “pratik zekâ” olarak alkışlanır.
Ama sormak gerekir:
Pratik mi gerçekten, yoksa günü kurtaran bir oyalama mı?
Geçici çözümlerle yaşamak; ama nereye kadar?
Türk toplumu, zorluklarla baş etmeyi öğrenmiştir. Kıtlıkla, yoklukla, baskıyla…
Bu yüzden pratik çözümler üretmekte üstümüze yoktur.
Yoktan var etmesini iyi biliriz.
Diyalektik kuramı da en iyi biz uygularız: Yokluk uzuv yaratır der ya kuram, bizler de kurama göndermede bulunurcasına "yokluk; çözüm üretir" deriz.
Ancak zamanla bu geçici çözümler, kalıcı sorunlara dönüşür:
-
Bantladığın masa ayağı bir gün devrilir.
-
Tel sardığın kapı eninde sonunda kopar.
-
Ve ip ile tutturduğun gerçekler, ilk rüzgârda dağılır.
Çünkü temel sorun onarmak değil, ertelemektir.
Ve biz bu ertelemelere “çözüm” demeyi severiz.
TR Bant Devleti
Bu kültürel refleks, bireysel yaşamdan kamusal alana kadar sızar.
Siyasette, bürokraside, eğitimde…
Yapısal reformlar yerine "bant çözümlerle" yol almaya çalışırız:
-
Sağlık sistemi aksıyor mu? Yeni bir bina yap.
-
Eğitimde sorun mu var? Müfredatı değiştir.
-
Ekonomi mi bozuk? Yeni bir paket açıkla.
Ama altta yatan sorunlar hep yerinde durur.
Bant sökülür, kırık yeniden görünür.
Kuşkusuz; Türk toplumu yaratıcıdır. Herkes kendi çapında bir tamir/onarım ustasıdır.
Ama unutmayalım; yaratıcı olmak, geçici çözüm bulmak değil, kalıcı çare üretebilmektir.
Ve bazen ipi bırakmak, bandı çöpe atmak, teli sökmek gerekir.
Gerçekle yüzleşmek için.
Çünkü her şeyi bantlayarak çözemezsiniz.
Bazı sorunlar; yalnızca sabırla, bilgiyle, planla ve emekle çözülebilir.
Yoksa bir gün dönüp baktığınızda, bir toplum değil; her yeri tutturulmuş bir “yamalı bohça” görürsünüz.