Gölge ışık önüne gelen bir cismin arka tarafında oluşan karartı. Güneş ışınlarının girmediği yer.
Yaz mevsiminde aşırı sıcak havada gölge aranır. Deniz kenarında ağacın gölgesinde oturmak, hafif Ege rüzgarında sıcağa karşı rahatlatır.
Almanya’da edebiyatla yakından ilgilenenler, Emine Sevgi Özdamar’ın Ein von Schatten begrenzter Raum, Gölgelerden Sınırlı Mekân, kitabını bekliyordu.
Merak edildiği gibi uzun bir aradan sonra yayınlandığı için,
nihayet dendi. Ciddi medya edebiyat tartışmasında ve basında övgü ile bahsedildi.
Biyografi niteliğinde romana bir ömür 757 sayfaya sığdırılmış. Yazarın çocukluğu ve gençliği İstanbul’da geçiyor. Tiyatro ve oyunculuk tahsilini bitirdikten sonra 1976 yılında Doğu Berlin’e mesleğinde ilerleme, kendisini geliştirme amacıyla geliyor. Türkiye’de o zamanki siyasi ortamdan kaçış da denebilir.
Tanınmış rejisörlerle çalışıyor. Berlin ve Paris’te kendisine destek olan, gölge olanlara teşekkür mahiyetinde.
Diğer taraftan oturma ve çalışma izni konusunda, yerleşik duygusuna hasret uzun bir zaman geçiriyor. Bürokrasinin, Avrupa’da yaşayan göçmenler için zorluğu anlatılıyor. Uzun bir süre yerleşik bir eve sahip olmama durumu, gölgenin negatif etkisi oluyor.
Sanat ve edebiyatın belli bir çekmeceye koyma, sınırlama sorunu çok detaylı anlatılıyor. Tiyatro’da temizlikçiden başka, diğer rolleri alması oldukça zor oluyor. Yalnız Türkiye’de tahsilini yapmış bir oyuncu değil, Almanya’da tahsilini yapmış ikinci nesil sanatçılar için de büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Klişe rol veriliyor.
Elimde bir istatistik yok, fakat Avrupa’da yetişmiş birçok oyuncunun Türk sinema ve TV dizilerinde başardığı görülüyor. Müzisyenler arasında da sayıları oldukça yüksek olduğu tahmin ediliyor.
Romanda tasvirlerde tekrarlar, bana göre romanı unutulmaz yapıyor. Bir edebiyat tartışmasında eleştirildi.
Her on yılda gelen askeri darbeler, Türkiye’den aydınların, sol görüşlü yazar, gazetecilerin Avrupa’ya sığınmasına sebep oluyordu.
Bu okur yazar insanlar, bilhassa Almanya’ya konuk işçi olarak gelenlere edebiyat, sanat dallarında yeni ufuklar açtılar. Türkiye’de sendika, dernek ve diğer organize kuruluşlarında deneyimi olanlar örnek oldu. İşçiler sendikalara üye olarak haklarını korumayı, seslerini çıkarmayı öğrendiler.
İlk nesilden çıkan yazarlar, daha fazla işçi sorunları, gurbet ve vatan hasreti konularını işlediler. Müzik dalları da öyle gelişti.
Emine Sevgi Özdamar, Feridun Zaimoğlu, Zafer Şenocak, Kemal Kurt gibi yazarlar Almanca yazarak Alman edebiyat dünyasına renk kattılar, zengin ortamda layık oldukları ödülleri aldılar.
Göçmen edebiyatı diyenler, yanıldıklarını kabul ettiler. Türkiye kültüründen gelen yazarlar birikim bakımından çok şanslı. Binlerce yıllık çeşitli halk grupları sayesinde Anadolu’da çok geniş malzeme var, işlemek yazarların becerisine kalıyor.
Emine Sevgi Özdamar’ın diğer kitaplarında da görülüyor. Bu son romanında zirveye çıkmış durumda, daha çok konuşulacak.
Romanda tarihle bugün arasında bağ kuruluyor. Güncel konulara, sosyal, sığınmacı ve göç sorunlarına yer veriliyor.
Bir insan ülkesini terk edince, geldiği ülkede var olması, sığındığı insanlara bağlı. Evi o insanlar oluyor. Aynı şekilde ülkesi de sevdiği, kendisine yardım edenler oluyor.
Bu yeni, uzun zamandır beklenen romanda, politik baskı altında kalan insanların çığlığı duyuluyor. Avrupa’nın sığınmacı politikasını keskin bakışla izah ediyor.
Almanca’da gülerken boğazımda taş kaldı, denir ya işte öyle oluyor insan. Ağlanacak halde güldürme sanatını işliyor.
Yalnız kendisinin değil, romanda geçen çaresizler ve çaresiz durumlarda ağlamak ayıp değil, diyerek sık sık gücü ağlamaya yetiyor.
Kaybolanların, bu dünyadan sözlerini söyleyemeden göçenlerin, söylenmeyen düşüncelerini şiir tadında yazıyor.
Doğu Berlin’de tiyatroda oynamaya başlayan yazar, şehri ikiye ayıran duvarın, yaşama negatif etkisini bizzat yaşıyor. Küresel yaşama ve düşünmeye engel olan sınırlar insanlığın ilerlemesine gölge düşürüyor.
Birinci Paylaşım Savaşı’nda yurdunu, köyünü terk etmek zorunda kalan insanlara, sınırla her iki ülkede yaşayanlara yakınlar uzak edildi. Yunanistan ile Türkiye arasındaki sınır da Avrupa Birliği üye ülkeleri gibi kalksa, barış sınırı olurdu. Yunanistan Lesbos adasında, en yakın Türkiye kıyısına hasret ve üzüntüyle bakıyor. Karşı kıyıdan Lesbos adasına bakış da hüzünlü.
Yazar, insanları çekmecelere koyarak, tek bir kimlikle sınırlamayı alışkanlık haline getiren edebiyat eleştirmenlerine ev ödevi veriyor. Türkçe düşünerek Berlin, İstanbul ve Paris üçgeninde Almanca yazdım. Bu roman Türk edebiyatı mı, Alman edebiyatı mı, tartışın durun, diyor.
Geçmiş tarih olduğuna göre, gelecek bilmecedir, umuttur.
O halde şimdiki zaman insanlığa verilen bir hediyedir. İyi değerlendirmekte fayda var.
Hoşça kalın!