Fransa'nın güneybatısındaki kıyılarda, 1 Ağustos 2025 gününde; zehirli bir deniz canlısı nedeniyle yüzme yasakları getirildi. Ancak bu olayın; biyolojik boyutundan daha çok düşündüren bir başka şey vardı; canlının adı... O canlının adı; Portekiz askeri idi.
Adı bile tehdit kokan bu canlı "ki Latince adı Physalia physalis" tropikal kökenli, rengârenk ve ölümcül özellikleri olan bir tür... Ancak adı, yalnızca doğa bilimlerine değil; aynı anda toplumbilimlere ve ideoloji eleştirisine de bir çağrı çıkarıyor. Çünkü bu adlandırma yalnızca bir biyolojik sınıflama değil; bir temsil biçimidir, bir anlam yüklemesidir.
Hiç kuşkusuz "Portekiz askeri" adlandırması, yalnızca zoolojik bir terim değildir. Bir türü askerleştirmek, özellikle de ulusal bir kimlik üzerinden adlandırmak; onu savaşın, tehdidin, düşmanlığın diline hapseder. Doğayı anlamaya değil, düşmanlaştırmaya yarar bu tür sözcükler... Tıpkı yabanıl yaşamı "vahşi", virüsleri "gizli düşman", depremi "sinsi tehdit" olarak tanımlamamız gibi...
Adlandırma; doğayla ilişkimizi belirleyen ilk eylemdir. Bir canlının adı; onunla nasıl iletişim kuracağımızı, ona nasıl yaklaşacağımızı, dahası ondan ne kadar korkacağımızı bile belirler. “Portekiz askeri” dendiğinde, biz bu deniz canlısını bir tropikal canlı olarak değil, bir ülkenin savaşçısı olarak düşleriz, düşünürüz. Böyle düşünmeye yönlendirilmekse; hem çevre bilincini hem de barış dilini örseleyen bir söylem örneğidir.
Tarihsel olarak bu canlı, 18. yüzyılda Portekiz donanma gemilerinin şişkin yelkenlerine benzediği için böyle adlandırılmış. Görsel bir benzerlik üzerine kurulu bu ad, giderek dile yerleşmiş. Ancak burada yerleşmiş olan yalnızca ad değildir; küresel dilin içinde yerleşmiş bir önyargıdır.
Bir de şöyle düşünün... Eğer bu canlıya “İngiliz balon denizlisi” denmiş olsaydı, İngilizler tepki gösterir miydi ya da bir gün, başka bir istilacı türe “Türk komandosu” adı verilseydi biz ne hissederdik?
George Orwell’a atfedilen o ünlü sözleri burada anımsamak yerinde olur:
“Bütün insanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir.” Üstelik Fransızlar bu sözleri "Bütün insanlar eşittir ama Fransızlar daha eşittir" biçimine uyarlamışlardır.
Ekolojik dilde de durum aynıdır; bütün canlılar eşittir, ama bazılarına asker denir.
Bir türün adı, yalnızca biyolojik değil; politik, kültürel ve ideolojik bir seçimdir.
-
“Portekiz askeri” deyimi, Avrupa merkezli doğa sınıflamalarının tarafsız olmadığını,
-
Dilin yalnızca tanımlamadığını, aynı anda yargıladığını,
-
Çevre sorunlarının yalnızca doğayla değil, toplumla ve tarihsel iktidar ilişkileriyle ilgili olduğunu gösterir.
Bugün “Portekiz askeri” kıyılarımıza vurduğunda yalnızca bir canlı gelmiş olmuyor; bir adlandırma biçimi, bir tarihsel önyargı ve bir siyasal kastetme de birlikte geliyor.
Doğayı anlamak; onu askere benzetmeden, şeytanlaştırmadan, ulusallaştırmadan olanaklıdır. Zehirli de olsa, saldırgan da olsa; bir canlıya düşman bir ülkenin askeriymiş gibi ad vermek, çevresel adaleti değil, kültürel önyargıları besler.
Bugün iklim kriziyle, biyoçeşitlilik kaybıyla, deniz canlılarının göçleriyle ilgili savaşım veriyoruz ama belki de önce şununla yüzleşmeliyiz: Doğayı anlatırken kullandığımız dil, gerçekten adil mi?