Zor gerektiği zaman ve gerektiği kadar kullanıldığında, yıkıcı olmayıp aksine yapıcı olabilir. Zor: Ondan yararlanan veya yararlanacak olanlar için “hak” temelli alan açıyor ise ve onlara kazanımlar sağlıyor ise, olguyu “zor” olarak nitelemek güçleşir. Temel haklara ilişkin kazanımlar, özgürlük gerekçesiyle isteğe bırakılmamalıdır. İstemli eylemden veya tepkisizlikten birkaç kişi etkilenir ama olgu her koşulda toplumu etkiler. Konuyu anlaşılır hale getirmek için iki alıntı yapacağım. İlk alıntı Prof. Dr. Celal Şengör’den, ikinci alıntıda Atatürk var.
Celal Şengör şöyle diyor: “Eğitimi özgürlüğe bırakmayacaksın, zorla yapacaksın. Çünkü senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor! Buradaki zor pozitif bir etkiye sahiptir. Toplum adına kamusal yarar sağlayacak politikalar uygulanmalıdır. Eğitimde, sağlıkta ve güvenlikte temel doğrudan sapmalar özgürlük olarak kabul edilemez ve edilmemelidir! Toplum yararına olan öncelikli olmayı hak eder. Aynı kapsamda öteki varlıklardan ve doğadan yana olmak kaçınılmazdır…Bu konuda, genel yarardan sapmalara fırsat tanınmamalıdır. Örneğin: Eğitimdeki sapma toplumların geleceği ile ilişkilidir. Daha açık bir biçimde ifade edersek, eğitimdeki sapma toplumu geleceksiz bırakarak yok oluşa sürükleyebilir. Basit ve küçük görülen şeyler sonuçları itibarıyla yaşam için zararlı olabilir.
Şimdi ikinci alıntıya geçebiliriz:
“ÖĞLE YEMEĞİ.
Bir Türk kadını sadece lokantada yemek yemek istedi diye olay çıktı. Ev uzak, kantin yok lokanta var ama, kadınlar giremez.
Süreyya ve arkadaşı, günlerce peynir ekmekle idare eder.1920’ler, Ankara.
Sonra dayanamaz, babası Ahmet Agaoğlu’ndan izin alır ve bir gün, cesaretle İstanbul Lokantasının kapısından içeri girerler.
Sessizlik…Arkasından fısıltılar yükselir. “Kadınlar lokantada yemek yiyor!
O gün Ankara karışır.
Başbakan Rauf Bey bile arar. “Ahmet Bey, kızınızı lokantaya gitmekten alıkoyun!
Süreyya o akşam eve döndüğünde babasının kararlı sesini duyar. “Bundan sonra öğle yemeğine bana gelin.” Üzülür ama susar. Ertesi gün bir haber gelir. Paşa seni yemeğe götürecekmiş!”
Araba durur. İçinde Atatürk vardır. Yanında milletvekili ve yaveri.
Atatürk gülümser: “Latife bugün seni yemeğe bekliyor.”
Yolda İstanbul Lokantasının önüne gelince arabayı durdurur. Milletvekillerine seslenir: Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.
O gece Atatürk birkaç milletvekilini arar ve der ki: “Yarın eşlerinizle birlikte İstanbul Lokantasına gidin.
Ertesi gün lokantada kadınlar vardır. İlk kez…Ve kimse tek kelime edemez. O an, yalnızca bir öğle yemeği değil, kadınların toplumsal varlığı da tarihe kazınır.
Nazım Hikmet’in diliyle söylersek: “Bir kadın sofraya oturdu o gün Cumhuriyet de oturdu yanına.”
Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’nin ilk kadın avukatı olarak tarihe geçti.
Atatürk, bir öğle yemeğiyle bile devrim yapabilecek vizyona sahipti.” (Sosyal medyadan alıntıladığım bu metin için kaynak belirtilmemiş.)
Yeniden konumuza dönebiliriz. Atatürk bir sorunu, kadınlar için ve toplum yararına yağdan kıl çeker gibi çözer. “Gerçek devrimcidir” söylemi burada tam yerine oturuyor.
Zor kullanmak, çok görenin az görene yardımıdır.
Büyüğün küçüğe, güçlünün güçsüze yaşamsal katkısı için gerektiğinde “zor” devreye girebilir.
Zor kullanma tekeli devlete aittir. Devlet, özgür iradi katılımcıları eliyle kazandığı bu ayrıcalığı meşruiyet temelinde, kurumlar aracılığıyla ve yasaların belirlediği biçimde kullanır. Buradaki meşruiyet, kamusal yarar ile örtüşür. Ben yaptım oldu yaklaşımı ile kullanılan zor zulüm ve eziyettir. Pozitif zor kullanımı ile negatif zor kullanımı arasında uçurumlar var!...