Amerikan filmleri yıllardır bize fısıldıyor: "Ye, kendini bul. Dua et, huzura kavuş. Sev, çünkü her kadın sevilmeyi hak eder." Julia Roberts, bir kâhinin önünde diz çöküyor, pizzayla ruhunu doyuruyor ve Bali'de karizmatik bir adamla "içsel yolculuğunu" tamamlıyor. Ne kadar da güzel bir rüya. Keşke dünya, Hollywood'un çizdiği kadar yumuşak kenarlı, pembe filtreli bir masal olsaydı.

Ama gerçek dünya tam da burada, yanı başımızda. Ve kadınlara fısıldanan asıl söz şu: "Doğur, Sus, Uyum Sağla."

*Doğur.

Varlığın "yemek" için değil, "doğurmak" için onaylıdır.

Kadının bedeni hala doğurganlığıyla ölçülüyor. Kaç çocuk yaptın? Neden yalnızca bir tane? Kaç yaşında doğurdun? Doğururken çalıştın mı? Uterus/rahim, sanki kamusal bir mülk gibi... Bazen devletin, bazen kocanın, bazen de toplumun kontrolünde bir "üretim merkezi"ne dönüşüyor.

Sözde özgürsün ama doğurmadığında "eksik"sin, doğurduğunda ise "yetersiz." Bu ülkede kadın, hala rahmiyle yaşar ve rahmiyle yargılanır.

*Sus.

"Dua et," ama susarak dua et.

Kadın konuştuğunda "sert," yüksek sesle güldüğünde "terbiyesiz," eleştirdiğinde "erkek düşmanı" olur. Kendi arzularını dile getirdiğinde "serseri, dahası aşifte, hafif, hoppa" ve içtenlikle kendini anlattığında "şikayetçi" damgası yer. Tek bir kural var: Makbul olan susmaktır.

Biyopolitikanın altın kuralı nettir: Kadın konuşmasın, onun hakkında başkaları konuşsun.

Regl sancını anlatamazsın, çünkü "abartıyorsundur." Kürtaj hakkını savunduğunda "katil" olursun. Menopozunu dile getirdiğinde "yaşlandığını" belli edersin.

Senin dilin elinden alınmış, yerine başkalarının tanımları konmuştur. Senin adına doktorun, eşin, yasa, toplum konuşur. Yeter ki sen güzelce, usulca, kadınca sus!

*Uyum Sağla.

Kadına "sev" demezler, "uyum sağla" derler.

Eğer kadın olmak sevmekse, önce kendini değil; aileni, evladını, eşini, geleneklerini seveceksin. Sevgin bile programlanmıştır. Giydiğin eteğin boyu bile "uyum"la ölçülür. Burada özgür kadın değil, "makbul kadın" modeli yüceltilir.

Annesin ama şımarık olmayacaksın.

Çalışansın ama çocuklarını ihmal etmeyeceksin.

Eşsin ama kocanın gölgesinden taşmayacaksın.

Yorulsan da şikayet etmeyeceksin, ağlasan da belli etmeyeceksin.

Hollywood masalları sana özgürce "kendin ol" derken, gerçek yaşam seni başkalarının istediği gibi olmaya zorlar. Kısacası: Sevme, uyum sağla.

O Gerçek Şu Ki...

Hollywood'un sattığı "özgür kadınlık" masalının ardında, kadınların beden kararlarını elinden alan, onları susturan, bastıran ve sürekli gözetleyen bir düzen işliyor. Bu sisteme biyopolitika denir ki bu kavram; kadını doğuran, yöneten ve tanımlayan bir iktidar biçimidir. Bu iktidarın kadınlara dayattığı senaryo bellidir: "Doğur. Sus. Uyum Sağla."

Bu üç replik bir film değil, kadınların günlük yaşamıdır. Ama artık bu senaryoyu reddetmek zorundayız. Çünkü kadınlar bedenleri hakkında yalnızca kendileri konuşmak ve gerçek yaşam senaryolarını yalnızca kendileri yazmak istiyorlar.