Sorun, yaşamın var olduğu her yerde; çözüm, sorunların olduğu yerlerde var olmaya devam edecektir. Çözüm, sorun algısıyla başlayan bir süreçtir. Algılanan sorunla ilgili, neden ve sonuç ilişkilerini irdeleyen analiz ve sentezlerin yapılması gerekir. Olanakların el verdiği ölçüde sorunlara çözüm üretmek gerek. Sorun ve çözüm dendiği zaman anahtar kelime “üretimdir”. Bütün sorunlar onlara ilişkin çözüm öneri ve girişimleriyle çözümlenir. Yüksek fiyat artışları, dövizin değerinin artışı, işsizlik, yoksulluk ve dışa bağımlılık…Yaşama ilişkin tüm sorunların çözümü için üretim kesinlikle bir olmazsa olmazdır. Çözümlerin temelinde bilime inanmak ve güvenmek yatar. “Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir!” Atatürk’ün bu vecizesi, savlamak istediğin şeyin kanıtıdır.

Enflasyonun ve fiyat artışlarının önlenmesi kesinlikle üretim yapmakla olanaklı hale gelebilir. 1929 Dünya Bunalımında, Türkiye Cumhuriyeti ürettiği için öteki ülkeler kadar etkilenmediği gibi; %’7’lere varan bir kalkınma gerçekleştirmiştir. Aynı kapsamda kamucu yaklaşımlarda göz ardı edilmemelidir. Kamu yararı temel hakların güvencesidir. Kamusal üretim, devletin asli ortakları olan özgür iradi katılımcılarının, yönetimde söz sahibi olmalarının ve kamusal üretimden, sosyal devlet aracılığıyla adil bir pay alabilmelerinin güvencesidir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, özgür iradi katılımla oluşturulan devletin, vazgeçemeyeceği asli görevlerindendir. Aynı zamanda bu temel yaklaşım; birlikteliği, güveni, üretkenliği temel alan bir yaklaşımdır. Bu nedenler dikkate alındığında, özelleştirmeler; toplum yararına olacak olan çözümlerden uzaklaşmaktır! Özelleştirme, yönetenlerin kendi yandaşlarını koruyup kollarken, icat etmek zorunda kaldıkları bir sınıfsal yöntemdir(!)

Toplumsal sorunların en etkili ve gerekli çözümü, kesinlikle üretmekten geçer! Toplumu temel alan yaklaşımlarla yapılan kamusal üretim öncelikle istihdam demektir. Özgürlük ve eşitlik eşliğinde yapılan üretimlerden adil olarak pay almak hiçbir koşulda yadsınamaz. Üretim, ülke kaynaklarını ve varlıklarını ülke yararına kullanmak demektir. Üretmek bağımsızlık demektir. Bağımlılık ülke varlıklarına gerektiği gibi sahip çıkamamak demektir. Atatürk, 15 yıl içinde 48 adet fabrika kurdu. Bu fabrikalar ülkenin gerek duyduğu ve yaşam için gerekli olan her şeyi üretti. Bu üretim üniteleri aynı zamanda örnek yaşam merkezlerine dönüştürüldü. Bu sosyal merkezler; eğitimin, bilimin ve kültürel etkileşimin gerçekleştirilmesini sağladı.

Köy Enstitüleri, üretim temelli eğitim merkezleriydi. Yaparak ve yaşayarak öğrenme ilkesi yaşama geçirildi. Köy Enstitülerinden mezun olan öğretmenler; kırsaldaki yaşama ilişkin tüm sorunların çözümüne katkı sunarak, kırsal işgücünü yeterlik üretimden, pazara dönük üretim yapmaya yönlendirdi. Ziraat ve hayvancılıktan elde edilen gelirlerle Osmanlı borçları da ödendi(!)

Görülen o ki, yaşama ilişkin tüm sorunların çözümü kesinlikle ve mutlaka üretmek gerektiği gerçeğini kabul etmekten geçmektedir. Kamusal üretimi ön plana alan çözümleri vakit geçirilmeksizin uygulanmalıdır. Özelleştirilen kamu varlıkları da vakit kaybetmeksizin kamulaştırılmalı veya yeniden kurulmalıdır. TEKEL, SEKA ve kâğıt fabrikaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Atatürk’ün yaptıklarını güncelleyerek, millet olmanın bilinciyle ve güvenle yolumuza devam etmeliyiz. Bağımsızlığımız, özgürlüğümüz, kalkınmamız ve refahımızın “0” politikalara geri dönmekle olanaklı olacağını anlayarak gereğini yapmalıyız. Ve her koşulda üretmenin en temel çözüm olduğunu unutmamalıyız!...

Üretime katkısı olmayan aracıları ve bir kısım asalak örgütlerle kurumları yaşamımızdan çıkarmalıyız. Özellikle inançların her koşulda kişisel olduğu gerçeğinden hareket etmeliyiz. Ne kadar inanan var ise, o kadar aynı inanç grubunda birbirinin aynı olmayan inanç vardır. Bunun yanı sıra, her birey gereksindiği kadar inanır. Önemli olan, inançlara karışmamak ve her özgür bireyin istediği gibi inancını yaşamasına uygun ortamı yaratmaktır. Aynı zamanda inananların inançlarının faturası inanmayan veya farklı şekilde inananlara ödetilmemelidir. İnanan birey, kendi inancının giderini karşılamalıdır.

Ülke genelinde üretilen mal ve hizmetlere katılanlar, katılımlarının karşılığını adil olarak almalıdır. Üretim ve gelirlerden ülke vatandaşları sosyal politikalar aracılığıyla paylarına düşeni almalıdır. Ayrıca fırsat eşitliği her koşulda ve mutlaka sağlanmalıdır. Devlet temel görevlerini hiçbir biçimde özel kuruluşlara veya şahıslara devretmemelidir. Eğitim, sağlık ve güvenlik bu görevlerin önde gelenleridir.

Yaşama ilişkin sorunların çözümünün bir ayağı üretim, öteki ayağı da adil paylaşımdır. Özellikle uzlaşmazlıkların ve savaşların kökeninde paylaşım sorunu yatar. Paylaşım demek, adalet, hukuk demektir; beraberlik, dayanışma ve güveni sağlamak adil paylaşımla olanaklıdır. Adaletli bir toplumda sorunlar asgariye iner. Üretkenlik ve yaratıcılık artar, bu ise mutluluğun paylaşılmasını gerektirir. İnsanlar onurlu bir yaşam sürdürebilirler.