2009 Yılında yazmış olduğum ve Mavi Didim Gazetesinde yayınlanan yazımın büyük bir bölümünü alarak eklemeler yaptım ve bunu okurlarımla paylaşmak istiyorum. Tür ayrımcılığı güncel ve sıcak bir konu. Hayvan öldürme eylemine yasal bir kılıf uydurmak istiyoruz. Temel haklara ilişkin konularda sadece; koruyucu, kollayıcı ve geliştirici yasal düzenlemeler yapılabilir. Hukukun üstünlüğünü benimsemek öncelikli bir görev iken; katliama gerekçe edilmesini hiç ama hiç anlayamıyorum!...

Yer yer beslenen ateşlerin kanlı alevleri yükseliyor savunmasız kürenin her yanından. Kimi yerde farklı inançların, kimi yerde farklı renklerin; ayrı dillerin ya da ayrı aidiyetlerin kışkırtılmış ateşlerinden yükseliyor boğuntu dumanları!..

 Acıların en hoyrat burgacında boğuluyor duyarlı yürekler, kendi bedenlerinin kan ırmaklarında…

Sorumsuzluklar yürüyor üstüne savunmasız renklerin. Bıkmadan, usanmadan ve aymazlığın zafer çığlıkları atılarak varılıyor varlıklar üstüne!..

Yılışık utanmazlıklarla bakarak gerçeğin gözlerine…Bir ahlaksızlık temelinde yükselen yeni ahlakın eteğine tutunarak; onu sürükleyerek arsız çıkarlarına ve onunla birlikte sürüklenerek!..

Şaşırtılmış duyarlıkların kör noktasında, kışkırtılmış sıradanlar sürüsü; özünde kendi yansızlıklarının üstüne yürüdüğünün aymazlığında iken…

Savruluyor varlıkların yaşam güvencesi, yaşamların tesadüflere kaldığı en dış çemberlere…Geleceğin gırtlağına saplanmış olan kanlı tırnakların ardında; bilinçsiz, çıkarcı ve bencil insanların elleri var(!)

 Geçmişin karanlıklarına rehin bırakılmış yürekleriyle hak etmedikleri bir geleceğe sürüklenme çabasıyla kürenin yarınlarını yok etmekteler!.. Oysa doğada var olan, hatta bu varlığı zorunlu olan farklılıklar, tüm oluşumları belirleyen koşulların kaçınılmaz sonuçlarıdır! Herhangi bir olguyu olmadan önce değiştirme güç veya olanağına sahip değilsek eğer, o zaman farklılıkları yadırgamamız yadırganabilir. Farklılıkları normal kabul edebilmek, özünde kendinin normal olduğunun ilanı ve tescilidir!..                                                                                                                                      Farklılıklar, bütünü oluşturan zenginliğin kanıtıdır. Birörnek yapılar; vasat, sıradan veya normal olarak nitelendirilebilir. Böyle bir yaklaşım aynı zamanda durağan bir yapının varlığını gösterir. Bu nedenle pozitif farklılıklar (varlıkların var olmalarına ilişkin temel hakları gözeten) bütünü zenginleştirdiği gibi; etkileşim, değişim ve dönüşümlerinde temelini oluşturur.

 Bu temel saptamadan sonra tür ayrımcılığını tanımlayabiliriz. Doğadaki varlıklar arasında (canlı ve cansız), canlıları cansızlardan üstün tutmak, canlılar arasında da insanları öteki canlılardan üstün tutmak. Oysa doğa türlerin toplamından oluşmuştur. Doğanın bütünselliği dikkate alındığında, her tür ötekiler için “olmazsa olmaz” olduğu görülür. Yani her türün varlığı ancak doğada var olan öteki varlıkların da var olmasına bağlıdır…

 İnsan temelli değerlendirmeler, öteki türleri ihmal ettiği oranda noksan veya sakattır. Bir çevre sorunu ele alındığında, insan temelli bir değerlendirme yapılır. Oysa çevre şu şekilde tanımlanabilir: Varlıkların oluşumuna ve devamına olanak sağlayan her ortam çevredir.

Hiç kuşkusuz, insanı öncelikli sayan tüm değerlendirmeler tam anlamıyla sağlıklı değildir. İnsanların öteki varlıklar karşısındaki üstünlüğü; algılama, yorumlama, çıkarsamada bulunarak, doğa kurallarına karşın pozitif çözümler üretebilmesidir. Üstünlük ayrıcalıklı konum kazanmak değil, aksine sorumlu olmayı zorunlu kılar. Varlıklar piramidinin tepesinde yer alan insanların, tabana (öteki türler) gereksinimlerinin olmadığı ileri sürülemez! Bu noktada SCHILLER’in bir sözünü anımsamakta yarar var: “Yükselmenin en alçakçası, zayıfların sırtına basarak olanıdır.”

İnsanlar için sağlıklı çevre dendiğinde, insanlık onuruna yaraşır bir yaşamı sürdürme olanaklarının sağlandığı bir çevre algılanmalıdır. Öteki türler için sağlıklı çevre sadece varlıklarını sürdürebilecekleri çevre olarak algılanmamalıdır. Nesne varlığını sürdürürken, bütünlüğünü koruyarak ve gelişerek varlığını sürdürmelidir. Özgürlüğün bir temel hak olduğunu kabul ettiğimiz an, insanlar dışında kalan öteki türlerin de özgürce varlıklarını sürdürme haklarının olduğunu kabul etmemiz gerekir.

 Bireyin hakkı, düşüncesinin ulaştığı noktaya kadar uzanır. (Düşünce hızı doğada var olan tüm hızların önde gelenidir.) Ancak bu hak, gaspçı bir hak anlayışı değil, öteki varlıkların haklarını korumayı da bünyesinde barındırmalıdır. Bu hak, ötekilerin varlığını kabul etmekle başlayan; uzlaşmak ve paylaşmakla kendini besleyen bir haktır. Doğaya sunulan her katkı son belirlemede bireyin kendisine sunduğu bir katkı olarak algılanmalıdır! Çünkü insan aynı zamanda öteki varlıklarla birlikte var olan bir doğadır!

Doğayı bir beden olarak düşünebiliriz. Sağlıklı bir bedende mikrop veya mikroplar gelişirken, onların kazancı, bedenin kaybına denktir. Hastalık ilerledikçe beden direncini yitirir. Mikropların gücü maksimuma yükselirken, bedenin direnci sıfıra doğru geriler. Unutulmaması gereken şey; beden en zayıf anında yaşamını yitirirken, varlığı bedenin varlığının bağımlısı olan mikrop en güçlü anında yaşamını yitirir!

İnsanlar öteki varlıklarla birlikte kürenin bedenini oluştururlar. İnsanların her şeye karşın ve her koşulda güçlenmeyi ön planda tutmaları, ötekilerle birlikte kendilerinin de sonunu getirir! Bilinçli insanların yaşadıkları kürede kanser mikrobu işlevini üstlenmeleri, her şeyden önce taşıdıkları var sayılan akıl ile çelişir!..

Sorunun çözümü, yaygın bir alışkanlık halindeki tür ayrımcılığını en azından ağır ağır da olsa ortadan kaldırmaktır. Bunun için farkındalık ve duygudaşlığın devreye girmesi gerekir. Tür ayrımcılığı henüz gerektiği gibi dikkate alınmayan ayrımcılıklardan biridir. Çıkarlar temelinde geliştirilen ayrımcılıklar her koşulda bütüne zarar vermektedir. Akıllı varlıklar, varlıklara zarar vermemekle işe başlamalıdır! Sokak hayvanlarını bir biçimde yok etmek, kesinlikle yaşama ihanet olur. Yok etmek en kolaycı bir yaklaşım gibi gözükse de insani olmadığı kesin. Birazcık düşünme zahmetine girerek yaşatma temelli farklı çözümler bulunacağından eminim.

Aslında üzerinde düşünülmesi gereken şey, kritik süreçlerde toplumu temel gerçeklerden uzaklaştırmak için, toplumun sinir uçlarıyla oynandığını görmek gerekir. Tarihimizin en ağır bunalımını yaşarken; işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, haksızlıklar ve hukuksuzluklar görülmesin diye; üzerinde çalışılmış bazı girişimler gündeme taşınmakta ve zaman kazanılmaya çalışılmaktadır(!) Açlığa mahkum edilen emekliler görülmesin ve sesleri duyulmasın diye çaba harcanmaktadır!...