Yaşamın doğal akarları engellendiği veya başka kanallara aktarıldığı an, yaşama yeniden uyum kaçınılmaz olur. Uyum, yaşamın farklı koşullarda sürdürülebilme esnekliğidir. Yaşama uyumda esneklik yetersiz olduğunda, kırılmalar kaçınılmazdır. Bu kırılmalar, yok oluşa kadar gider. Doğal akarlardan negatif sapmalar içindir bu saptama. Olanaklar azalınca, yaşamı sürdürmek zorlaşır. Birey bu olumsuzluklara direndiği sürece yaşamını sürdürebilir. Aslında yaşamak adına savrulup sürüklenmeler, birey olmanın niteliklerinin yitirilmesi anlamındadır. Bu anlatılmak istenenlerin karşısında pozitif sapmalar olabilir. Pozitif sapmanın yaşamdaki karşılığı; korunup kollanmaktır. Yani, soruları çalınan sınavın başarılısı olmaktır(!) Kişisel yetenek, başarı ve liyakat olmaksızın her şey olabilmektir(!) Olanaklar beklenmedik biçimde ve fırsat eşitliğine aykırı olarak artınca; normalin dışına çıkmak kaçınılmazdır. Bu noktada birey olmaktan çıkma olasılığı ile çakışır. Çünkü, negatif savrulmalar kadar, pozitif ışınlanmalarda normalden uzaklaşma halidir. Normalden uzaklaşama sürdürülebilirliğin aksamasına, toplumun bölünüp parçalanmasına neden olur. Var olanlar değişmedikçe, yani paylaşıma konu olan varlıklar artırılmadıkça; birilerinin az ve öteki seçilmiş birilerinin çok alması adaletsizliklere ve hukuksuzluklara neden olur. Çok alan az alanın payını alınca refah ve huzurdan söz edilemez. Bu ise, genel çoğunluk için sürdürülebilirliğin olanaksızlaşması anlamına gelir. Yakın geçmişte bir yetkili yaklaşık olarak şöyle bir şey söylemişti; “Büyümeden, emekçiler dışında her kesim payını aldı(!)” Bu noktada emekçilerin kimler olduğuna bakmak gerekir. İşçiler, memurlar, çiftçi, küçük esnaf ve emekliler…Peki, geriye kim kalıyor? Sadece sermaye sahipleri(!)

Alışılmışın tekrarı, sürdürülebilirliğin gereklerindendir. Tekrarların düzenli olması yaşamı istenir bir çizgide sürdürme olanağı sunar. Enflasyon ve kontrolsüz fiyat artışları alışılmış yaşamı sürdürmeyi engeller. Fiyat artışları ve enflasyon kesinlikle gelir ve harcamalar dengesini bozar. Tüketim tercihlerinin zorunlu olarak ve kayıplar yönünde değişmesi, alışılmış yaşamların sürdürülmesini engeller. Kilo ile alınan tüketim maddeleri tane ile veya hiç alınamıyorsa, bu noktada sürdürülebilirlik tökezler! Düzenli iş güvencesi ve yeterli gelir garantisi, sürdürülebilirliğin de güvencesidir ve hatta bir olmazsa olmazdır. Bu ise, sürdürülebilirliğin ortadan kalkması olur.

Adaletsiz paylaşımlar, haksızlıkları ve hukuksuzluğu görünür kılar. Genel olarak yoksul olan bir toplumda yaşamı sürdürmenin yolları bulunabilir. Yakın geçmişimizde, özellikle kırsal kesimde “ödünçlü” yaşamın egemen olduğu bilinir. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır!” sözü boşuna söylenmemiştir. Varlıkların haksız ve adaletsiz biçimde paylaşılması özünde, toplumsal bir baskılanma altında olunduğunu gösterir. Bu ise, isyanların, karşı çıkışların ve direnişlerin kaçınılmazlığına işaret eder. Tabandan kabaran toplum, tepeden baskılanır. Haksız, hukuksuz ve adaletsiz paylaşımlara şiddet ve terör eşlik eder. İşsizlik bireylerin yaşamda karşılaşabilecekleri en haksız ve hukuksuz bir durumdur. Sınıfsal ve örgütlü bir yapı olmaz ise, tek tek isyanlar başladıkları noktada boğulur(!) Bunun için en yaygın biçimde ve yatay olarak örgütlenmek; ağırlığını hissettirerek varlığını kabul ettirmek gerekir. Sürdürülebilirlik ancak bu yolla güvenceye alınabilir. İnsanları en çok, insanlıktan uzaklaşanlar yorar!