Çürüme normal varlıkların yok oluşuna dek süren bir negatif gelişmedir. Yani, yok edici bir gelişmedir. Varlık izlenebilir bir form değişikliğine uğrarken; öteki varlıklar için zararlı hale gelir. Toplumsal olaylardaki çürüme kelimenin tam anlamıyla sonun başlangıcıdır. Toplum önce normal düzenini ve daha sonra da her şeyini kaybeder!

Çözülme çürümeyi önceler. Çözülme sürecinde kurum ve kuruluşlar işlevlerini yerine getiremez. Bu süreç, tasarlanmış bir süreç olabileceği gibi, liyakatsizlikten de beslenebilir. Dar bir çıkar grubun hizmetinde olan kişilerin liyakatinden değil anca, sadakatinden söz edilebilir.

Çözülme kurumların gerektiği gibi yani, temel hakları ve hukukun üstünlüğünü gözetmeden hizmet üretmesiyle başlar. Adaletli paylaşım yerine yakınları ve yandaşları gözeten paylaştırmaların yapılması çözülmenin ve çürümenin tuzu biberi olur. Çürüme çıkar grupları için bulaşıcıdır(!) Özellikle suç ortaklığı, en sıkı bağlarla kenetlenen bir yapının doğmasına neden olur. Çıkar grubunun birinci halkasında, yasalara ve hukuka aykırı erk kullananlar, ikinci halkada ise atanmış yandaşlar ve yalakalar bulunur(!)

 İnsan ilişkileri ve toplumun bütünlüğü açısından soruna yaklaştığımızda; ayrımcılığın ve ötekileştirmenin, çürümenin başlangıcı olduğunu görürüz. Özellikle paylaşım yaklaşımı, adaleti olduğu kadar, adaletsizliği de görünür kılar. Paylaşımdaki adaletsizlik ve ötekileştirme yaklaşımları çürümenin, toplumun tüm damarlarına ve kılcallarına ulaşarak; büyük olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olur. Adaletsiz paylaşıma yargı desteği sağlandığında yani, yargı silah olarak kullanıldığında çürüme toplumun bünyesini sarar. Halk arasında söylenen “tuz kotu” söylemi bu olumsuz durumu anlatır!

Atalarımız toplumsal çürümeyi anlatmak için; “Balık baştan kokar! “Der. Bir biçimde toplumun öz savunmasının işlevsiz hale getirilmesi vurgulanmış olur. Toplumun kurumları normal olarak işlevlerini yerine getirdiklerinde, çürümeden söz edilemez. Ancak sorumlular ki, ister seçimle isterse de atama ile gelmiş olsun; görevlerini gerektiği gibi yapmadıklarında, toplumsal çürüme başlar.

HABER MERKEZİ – Ekonomi alanında araştırmalar yürüten Prof. Dr. Fuat Ercan’a göre Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik süreç kriz özellikleri taşıyan bir çürümeyi içeriyor. webiz’de konuşan Ercan, bu çürümenin bir yeniden üretim krizi olduğunu belirterek, toplumun hangi bileşenlerini etkilediğine değindi.

Ekonomik kriz mi, yoksa çürüme mi?

webiz’de Gülşah Karadağ’ın konuğu olan Prof. Dr. Fuat Ercan, bu soru çerçevesinde değerlendirmelerde bulundu, “Kriz bir anda patlak veren çelişkilerin ani patlamaların açığa çıktığı andır” dedi.

Krizi “zaman içinde var olan çelişkilerin belirli bir anda patlak vermesi ve zor ve baskıyla ya o krizin probleminin çözülmesi ya da tanımlanmış, kodlanmış toplumsal ilişkilerin değişmesi” olarak tanımlayan Ercan, 20 yıllık kısa dönemde yaşanan 3-4 kriz üzerinden bakıldığında, ‘siyasi iktidarın gerçekliği değiştirmeyip algıyı değiştirmesi’ nedeniyle insanların ani olay mahaline odaklandığını fakat ‘gürültülü olay mahalinden’ çıkmak gerektiğini vurguladı.

Tabandan gelen bilinçsiz istemlerle, tepeden gelen olumsuz planlı uygulamalar, toplumsal çürüme noktasında kesişir(!) Bu suç ortaklığı hızla yayılmaya başlar. Yasaların görmezden gelindiği, kurum ve kuralların işletilmediği noktalarda kişisel çıkarlar, toplum çıkarı ve kamu yararının önüne geçirilir(!) Tüm kaynaklar bilimsellikten uzak ve hoyratça tüketilir. Sistemin temel mantığı, yoksulardan alarak zenginlere verme biçiminde uygulanır. Üst kesim, kendisini her şeyin üstünde görmeye başlar. Çıkar temelli kötülük hızla yayılır ve ülkenin bedenini felç eder(!) Güven ve güvenlik ortadan kalkar ki; büyük çoğunluk için her an her şey olabilir düşüncesi yaygınlaşır!...

Toplumlardaki çürüme özünde sistemlere ilişkin olay ve olgulardır. Bu durum kaçınılmaz olarak; “Nereye gidiyoruz?” sorusunu sormamıza neden olur. Bir kısım insanlar içinde yaşadıkları ortamdaki toplumsal çürümeyi görmek yerine sorunu dünya sorunu olarak anlatmaya çalışırlar. Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu bu konuyu şöyle vurguluyor:

“ Kapitalizmin sonunu hayal etmeyi başaramayan yazarlar, dünyanın sonunu hayal ederek çeşitli senaryolar üretiyorlar: Kaynaklar tükendiği için uzaya kaçan egemen sınıflar; bir kimyasal saldırıyla aptallaşan halkın, akıllıları yok etme çabaları; bütün işleri artık robotlar yaptığı, dünyayı dev şirketler yönettiği için sıkıntıdan ne yapacağını bilemeyen bir gençlik, kutuplardaki buzların erimesine, kıyıları suların basmasın karşın fosil yakıt kullanmakta ısrar eden yönetimler... Ve yapacak pek bir şey kalmadığından seks yapmaya odaklanmış bireyler...” (Ergin Yıldızoğlu- Çürüme ve çözülme, 5 Haziran 2017, Pazartesi.)

Bu ve benzeri açıklamalar yaşanmakta olan güncel gerçeklikle örtüşmemektedir. İnsanlar büyük bir yoksulluk sarmalında yaşamaya tutunmaya çalışmaktadırlar. Bir kısım olaylar sadece kişiseldir. Adam cinnet geçiriyor ve tüm ailesiyle birlikte kendini de yok ediyor. Bu ve benzeri olaylar genellenemediği için toplumsal oluşum algısı yaratmıyor! Dikkate alınabilir düzeyde eşzamanlı olaylar olmayınca önemsenmiyor ve aynı süreç kanıksanma yönünde çalışıyor! Ve işlemekte olan süreç içinde çürüme her dokunduğu nesneyi bünyesine katmaya devam ediyor!...