Bazen en derin yanıtlar sözlerde değil, sessizlikte saklıdır. Hele ki akıllı telefonlardan, televizyonlardan, market kasalarından ve toplu taşıma araçlarından yükselen durmak bilmeyen bir uğultunun kuşattığı bu çağda, sessizlik sanki bulunmaz bir sığınak gibidir.

Tam da bu anda sahneye Arthur Schopenhauer çıkar. Yalnızlığın yüceliğini, sessizliğin anlamını ve kalabalığın yüzeyselliğini ilk fark edenlerden biri olan bu düşünür, "Yalnız kaldığında eksilmez, derinleşirsin," der sessizce fısıldayarak...

Schopenhauer'e göre değerli olan çok konuşan değil, çok düşünen insandır. Ancak düşünenin yeri kalabalıkların ortası değildir. Çünkü kalabalık, aklın değil, alışkanlıkların, söylemlerin ve dikkat dağınıklığının hüküm sürdüğü bir alandır. Bu yüzden o bilgece sözü dile getirmiştir: "Yüksek zekâ, insanı yalnızlığa yöneltir."

Ne kadar da doğru bir tespit... Zekânın sesi genellikle bir fısıltıdır; bağırmaz, gürültü yapmaz, gereksiz ve anlamsız konuşmaları barındırmaz. Ne yazık ki internet çağının algoritmaları yalnızca bağıranları duyar, düşünceye değil, dikkat çekene puan verir. İşte bu yüzden Schopenhauer'in yalnızlığı, bugünün gürültüsüne karşı sunulmuş değerli bir sığınaktır.

Günümüzde Sessizlik: Bir Lüks mü, Bir Korku mu?

Günümüzde sessizlik bir yoksulluk değil, bir lüks olarak algılanıyor. Düşünecek kadar sessiz bir an bulmak bile zor, dahası giderek olanaksızlaşıyor. Herkes bir şeyler söylüyor, bir şeyler paylaşıyor, bir şeyler "like"lıyor. Peki ya düşünen var mı ya da düşünebilmek için yalnız kalmaya cesaret eden?

Schopenhauer için yalnızlık, düşüncenin evi, sessizlik de onun anahtarıydı. Günümüz insanı içinse yalnızlık çoğunlukla bir korku… Oysa asıl korkmamız gereken, düşünmeyi unutmak olmalı.

Schopenhauer'in önerisi elimize defteri kalemi alıp dağlara çıkmak değil. Onun derdi daha sıradan ama daha derin: Kendinle baş başa kalabilme cesaretin var mı? Başkalarının ne dediğini, ne düşündüğünü, kaç "takipçi" bıraktığını bir kenara bırakıp, yalnızca kendinle ne konuşabiliyorsun? Çünkü en zeki insanlar bile, kendi iç seslerini duyamadıkları sürece sürünün bir parçası olmaktan öteye gidemezler.

Unutmayın: Yalnız kalmak, bazen başkalarına değil, kendine sadık kalmaktır, kendine değer vermektir.

Gürültü arttıkça sessizlik değer kazanır. Kalabalık büyüdükçe yalnızlık bir ayrıcalık konumuna gelir. Ve düşünce bastırıldıkça, Schopenhauer'in hayaleti kentin sokaklarında dolanır.

Belki bir gün, çayınızı yudumlarken zihninizdeki sesi kısıp kendi iç dünyanıza döndüğünüzde, o sessizlikte bir filozofun ayak izlerini duyarsınız. İşte o an, yalnız değilsinizdir. Çünkü yalnızlık, bu çağda düşünenlerin ortak evidir; özellikle de düşüncelerinizle baş başa kalabilme lüksüne daldığınız o evden, o düşünce evinden de bir daha hiç dışarıya çıkmak istemezsiniz.