Ve onlar, her defasında düştükleri yerden kalkarak;

Kendilerine çelme takanların arkasından gittiler!

Büyük günahları, inanma ihtiyacı içinde olmalarıydı.

Ve her defasında tökezlediler, yetersiz inançlarıyla!

Seçmek ve seçilmek toplumsal yaşamın en önde gelen gereklerindendir. Toplumsal yaşamın bir başka gereği de uzmanlaşmaktır. Herkesin her şeyi gereği gibi yapması mümkün değildir. Ayrıca uzmanlaşmak, üretkenliğin artırılmasına neden olur. Üretme süreci yaratıcılıklarla renklendirilir. Çok doğaldır ki, üretilenler paylaşılacaktır. İşte toplumların en önemli sorunu budur; fırsat eşitliğine dayanan adil paylaşım. Seçmek ve seçilmek en önemli toplumsal paylaşımlardandır. Seçilenlerin kalitesini seçenler belirler.

Toplumsal paylaşımın bir başka ayağı toplumsal çözümlerin üretilmesi ve uygulanması ile ilgilidir. Örneğin; krizlerde emekçiler ilk kurtarılacaklar arasında yer almadığı gibi, kurtarılacaklar arasında da yer almaz. Buradaki sorun, çözüm uygulayacak olanların öncelikli tercihleriyle ilişkilidir. Yani, kurtarmak olgusu, son belirlemede bir sınıfsal tercihtir.

Onlar kendi çıkarlarını düşünür elbette.

Siz, sizin gibilerle birlikte düşüneceksiniz.

Fazlaca uzaklara gitmeniz gerekmez ki;

Çaresiz değilsiniz, çünkü çare sizsiniz!

Kimi tercihlerin önceliği, ortak vatan birliği ile ilgili değil; aynı inançtan olma zorunluluğu da yok. Dil birliği olmayabilir, Farklı ırktan olmanın da bir sakıncası yok. Tek bir şey var, o da kazanç ortaklığıdır. İşte sermaye dayanışması böyle bir şey…Kazan kazan kuralı dünyanın her yerinde aynı(!)

Seçme olgusunun temelinde inanmak, güvenmek ve bazı beklentiler içinde olmak var. Seçen birey, seçtiği kişiye adına karar alma yetkisi, verir. Yetki, gönüllü ve bilinçli olarak verilendir. Yetki verme olgusunda özgür iradi tercih var. “İradi” olgusunu vurgulamamızın nedeni, kendisine yetki verilmemesine karşın kendisini yetkili kabul eden yetki gaspçılarının olabileceği ile ilgilidir. Yetkilendirmenin zorunluluklar nedeniyle ve gönülsüzce verilmesi, onu veren bireyin seçeneksizliği ve açmazıdır. Temel haklara aykırı olan bu durum, hukukun üstünlüğü gerçekliği ile bağdaşmaz. Hangi yapıda olursa olsun, bir kişinin kendisini yetkili kılması her koşulda tartışmalara neden olabilir. Zorla yetki almalar sadece zorba yönetimlerde olabilir. Açmaza düşürülen bireylerin zafiyetlerinden yararlanmak ahlaki gözükmemektedir.

Seçimle yetki verilen kişilerin önceliği, ülke çıkarı temelinde, kamu yararıdır. Bir devlet organizasyonuna sahip olan toplumlarda kurumlar, hakları ve çıkarları koruyup kollamakla yükümlüdür. Seçilmiş olan kişiler yetkilerini sorumluluk bilinciyle yerine getirmelidirler. Kendi istediğini yapıp, bunu seçilmişliği ile gerekçelendirmek olanaksızdır. Hiç kuşkusuz anayasası, yasaları, kurumları ve kuralları olan yapılarda her şey belirlenmiştir ve tanımlıdır. Varsayalım ki, ilk kez karşılaşılan bir şey olsun; ilgili kurum, kuruluş veya oluşumlarla danışarak ve tüm taraflarla tartışılarak çözüm üretilmelidir. Üretilecek çözümlerde ülke çıkarı ve kamu yararı belirleyici olmalıdır. Temel haklara ilişkin konular tartışılamaz. Dahası bu konuda kamuoyu yoklaması veya referandum yapılamaz!

Paylaşılan birlikteliklerin zirvesinde;

Direneceksin dal kıran fırtınalara!

Gonca çiçeğe durmuşsa en hırçın akarda,

İstersen, yaşamı yüreğinde bulursun!...

Gelelim seçilme olgusuna. Bu konu bir yandan maddi olanakları, öte yandan bireysel donanımı gerektirir. Birikimi ve biriktirilmiş varlığı olmayan kişilerin seçilmesi kelimenin tam anlamıyla mucizelere bağlıdır. Dolgu malzemesi olarak yedek olarak gösterilen bir aday, asıl aday bir biçimde devre dışı kaldığında seçilme şansını yakalamış olur. Oysa biz söylemlerimize hep; “Seçme ve seçilme hakkı…” diye başlarız(!) Seçilme hakkının adı var ve kendisi yoktur! Bunu var kılmak, sınıfsal bilince ve örgütlü yapılara gerek duyurur.