Son yıllarda Çin'le yakınlaşıyoruz; Orta Asya'daki geçmişe ironik bir göndermede bulunurcasına, sanki Çinliler'le kucaklaşıyoruz. Dolayısıyla bu aralar Çin halkı ile Türk halkı üzerine karşılaştırmalar yapmadan da duramıyoruz.
Çünkü...
Bir sabah Çin’den, bir akşam Türkiye’den baktığınızda “mutluluk” bu ülkelerde aynı ışıkla parlamıyor.
Bazen elektrik faturasını düşüremeyen bir Türk emekli ile, WeChat’te her şeyini QR kodla ödeyen Çinli bir genç arasında kalıyor o gizemli kavram: Mutluluk...
Peki gerçekten kim daha mutlu?
Çin: Zengin ama Yorgun
Dünya Mutluluk Raporu 2024’e göre Çin, Türkiye’den daha üst sıralarda... Ekonomik sıçrama, dijital altyapı, hızlı kalkınma ve “common prosperity” (ortak refah) sloganları... Ama perde arkasında ne var?
Çinli gençler arasında son yıllarda bir akım dikkat çekiyor: Lying flat (dümdüz yatmak).
Daha açık bir anlatımla bu akımın anlamı; çalışmamaya, yarışa katılmamaya, tüketmemeye, yalnızca var olmaya dayalı pasif bir direniş biçimi... Çünkü ülkedeki “996” çalışma sistemi (sabah 9 – akşam 9, haftada 6 gün), artık yalnızca bedenleri değil, ruhları da tüketiyor.
Kentsel zenginlik artarken kırsal bölgelerde büyük bir gelir uçurumu yaşanıyor. Tek çocuklu ailelerin baskısı, sınav savaşları ve sansürle sarılmış bir dijital dünya...
Evet, Çin ekonomisi büyüyor ama birey küçülüyor. Mutluluk skoru yükselirken, kahkaha sesi azalıyor olabilir.
Ve Türkiye: Özgür ama Kırılgan
Türkiye ise başka bir uçta...
Demokrasisi yorgun, ekonomisi kırılgan, gençleri göçme planlarıyla yanıp tutuşuyor. Ama yine de bir şey var burada: ses...
Çinli genç “sessizce” düzenin dışına çekilirken, Türk genç sokakta bağırıyor. Kadınlar dans ederek yürüyor, yaşlılar emekli maaşlarını eleştiriyor, çocuklar neşeyle sokakta oynuyor.
Türkiye’nin gelir dağılımı Çin’den daha bozuk; Gini katsayısı bunu açıkça söylüyor. Ama Türk toplumu yine de akşam çayı eşliğinde dertleşebiliyor. Akraba ziyareti, komşu yardımı, mahalle sohbeti gibi insana özgü iletişim ağları yaşamın içinde varlığını sürdürüyor.
Bir başka deyişle evet, ekonomik olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Ama duygusal sermayemiz/servetimiz/
Mutluluğu yalnızca maaş bordrosuyla ölçemeyiz.
Devletin sunduğu refah/gönenç kadar, halkın birbirine sunduğu umut da önemlidir.
Çin, ekonomik anlamda Türkiye’nin çok ilerisinde olabilir. Ama bir yurttaş ne kadar özgür konuşabiliyor? Sorgulayabiliyor mu? Seçim yapabiliyor mu?
Türkiye’de ise ekonomik kriz, güvensizlik ve gelecek kaygısı yaygın ama düşünce yine de dolaşımda... Umut, yavaş da olsa yeniden üretiliyor.
Çin de Türkiye de aynı güneşin altında yaşıyor.
Ama biri o güneşe bakarken gözünü kısmak zorunda kalıyor; diğeri ise sırtını dönmüş, ardında beliren gölgede yolunu arıyor. Işık aynı, ama yansıma farklı.
Peki hangisi daha mutlu?
Yanıt, ne Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla (GSYİH / GDP) tablolarında, ne de Gayri Safi Millî Hâsıla (GSMH) sıralamalarında gizli. Çünkü gerçek mutluluk, bir ülkenin ne kadar kazandığında değil; kazandığını nasıl ve kimlerle paylaştığında aranmalıdır.
O yanıt, bir annenin çocuğuna umutla mı yoksa kaygıyla mı baktığında…
Bir öğrencinin sabah otobüsünde geleceği mi, belirsizliği mi düşündüğünde…
Ve bir gencin, “bu ülkede kök salayım mı, yoksa başka iklimlere göçeyim mi” sorusunda saklıdır.
Devletin hesap cetveli, büyüme oranlarıyla dolu olabilir. GSYİH yükselmiş, GSMH sıçramış olabilir. Ama insan ruhu eksilmişse, paylaşım adaleti yitmişse, sesler bastırılmışsa; o kalkınma yalnızca kâğıt üzerinde kalır.
Bu durumda sormak gerekir:
“Daha çok üreten ve kazandıran mı daha iyi bir devlettir, yoksa daha çok dinleyen, anlayan ve hakça paylaşan mı?”
Gerçek mutluluğu yaşatmak için devletin seçimi burada belirir:
Rakamların büyüklüğünü mü seçecek, yoksa halkının yüreğindeki boşluğu doldurmayı mı?
Yanıt, ekonomi kitaplarının son sayfasında değil; toplumun sessiz ama derin sorularında gizlidir.