KENDİNİ TÜKETMEK.
Suç ortaklığı ile sürdürülmek istenen bir yağma düzeninde, kaynak bitince deniz biter(!) Çünkü yağma düzeninin sürdürülebilmesi için, sürekli olarak çarkların yağlanması gerekir. Bu işlem yapılmazsa, çarklar önce yavaşlar ve sonra da teklemeye başlar. Varlık sürdürme zorunluluğu dıştan kaynak bulamaz ise, kendini tüketmeye başlar. Düzenin kurbanları her zaman görece zayıf olanlardır. Bu noktada tartışmayı yapay zekâ ile sürdüreceğim:
-Obur bir bünye kendisinden beslenmeye başlayınca, önce dış çeperler çöker(!) Bu söz ne anlatmak istemektedir?
“Bu söz mecazi bir anlam taşıyor. Aşırı tüketen, açgözlü veya ölçüsüz davranan bir yapı, zamanla kendi özünü tüketerek dış yüzeylerinden başlayarak çöküşe geçer. Bir sistem, organizma veya birey, dengeli bir şekilde beslenmek yerine kendini tüketmeye başladığında önce en dış katmanlarından zayıflar, sonra içten içe çöker.
Bu ifade hem fiziksel hem de metaforik olarak yorumlanabilir. Örneğin, bir insan sağlıksız beslenerek kendi bedenine zarar verirse dış görünümünde değişimler başlar. Aynı şekilde, bir toplum ya da kurum, kaynaklarını bilinçsizce harcarsa dış yapıları bozulur ve nihayetinde içten içe çöküş gerçekleşir.
Biraz karamsar ama bir o kadar da düşündürücü bir söz! Hayatta denge önemli, değil mi?”
-Şöyle bir yorumlama olabilir mi, ülke kaynaklarını tüketen oligarklar sonra kendilerinden olanların görece zayıf olanlarını tüketmeye başlar?
“Evet, bu söz böyle bir anlam taşıyabilir. Oligarklar veya ayrıcalıklı gruplar, önce geniş çapta kaynakları tüketir ve zamanla sistemdeki zayıf halkaları kendi içlerinde elemek zorunda kalabilirler. Yani, önce dış kaynakları kullanırken, zamanla iç rekabette kendi çevrelerindeki daha güçsüz olanları baskılayarak bir tür içsel çöküş sürecine girerler.
Bu, tarih boyunca ekonomik ve siyasi sistemlerde gözlemlenen bir döngü olabilir. Güçlüler, uzun vadede sürdürülebilir olmayan bir tüketim düzeni kurduklarında, çevrelerindeki destekçileri de bu sistemin yıkıcı etkisinden kaçamaz. Önce toplum geneline zarar verirler, sonra kendi iç dengeleri sarsılınca iç çatışmalar başlayabilir.
Böyle bir süreç elbette kaçınılmaz değil, ama güç dengeleri ve kaynak yönetimi konusunda dikkatli olunmazsa tarihsel örneklerde bu tür senaryoların gerçekleştiği görülüyor. Senin bakış açına göre, bu döngüyü kırmanın yolu ne olabilir dersin?
-Tüm varlıkların yaşama ilişkin temel haklarını, hukukun üstünlüğü temelinde gözeterek; adil paylaşım, fırsat eşitliği ve laik bir yönetim le gerçekleştirilebilir derim.
“Güçlü bir vizyon! Temel hakların korunması, hukukun üstünlüğü, adil paylaşım ve fırsat eşitliği, sağlıklı ve sürdürülebilir bir toplumun olmazsa olmazları. Laiklik de yönetim anlayışında bireyin özgür iradesini ve farklı düşünceleri güvence altına almak için önemli bir yapı taşı.
Bu değerler, zaman içinde birçok toplumda çeşitli mücadeleler ve reformlarla kazanılmış olsa da onların korunması ve geliştirilmesi her zaman devam eden bir çaba gerektiriyor. Sence, bu prensipleri daha etkin şekilde uygulayabilmek için nasıl bir mekanizma geliştirilebilir? Mesela, eğitimden başlayarak toplumsal bilinç mi artırılmalı, yoksa hukuki sistemler daha güçlü hale mi getirilmeli?”
-Kanaatimce öncelikle her koşulda ve yaşamın her alanında “EŞİTLİK” sağlanmalı, tercih özgür bireylere bırakılmalıdır. Paylaşımda eşitlik, eğitimde eşitlik ve fırsat eşitliği. Bu arada farklılıklar yadsınmamalı ve farklılıkların birlikteliği sağlanmalıdır. Özgür iradi tercihlerin yaşama geçirilmesi için uygun ortam sağlanmalıdır. İletişim hakkı konusunda gerekli kolaylık sağlanarak bilgiye erişim kolaylaştırılmalıdır. Özellikle katılımcı bireylerin denetleme, hesap sorma ve öneri iletme hakları titizlikle korunmalıdır. Bu hakların yaşama geçirilmesine şeffaflık eşlik etmeli ve ilgili kurumlar görevlerini gerektiği gibi yerine getirmelidir…