İnsanlar var ise, insan ilişkileri kaçınılmaz ise; bu ilişkilerin birtakım kurallar ortaya çıkarması ve kalıcı şekilde belirlemesi kaçınılmazdır. Olaya doğa açısından bakarsak, doğada bir doğal hukukun egemen olduğunu görürüz. Doğal hukuk, yaşamın gereklerini işaret eder. İnsanların görevi, bu gereklilikleri görerek ve onlara karşı önlemler alarak yaşam uzlaştırıcı ve yaşam kolaylaştırıcılık görevini yerine getirmelidir. İnsanların en önemli ayrıcalığı, yaşamdan ve tüm varlıklardan yana bu noktada devreye girer. Çünkü yaşamların korunması bu noktada başlar. Birbirine bağlı halkalardan oluşan yaşam döngüsünün kopmaması gerekir. Her öncül, kendisini önceleyenlerin devamıdır.
Varlıkların doğasında var olan doğal hukuk, etkileşimler sürecinde kurallarını yaşama geçirir. Doğal ayıklanma bu kapsamdadır. Doğadaki değişimler bu kuralları da dönüştürür. Türler içinde ötekilere göre en hızlı gelişen, genel ilişkilerde düzenleyici ve belirleyici olur.
Bilmek, yaşam kolaylaştırıcılığının ön adımıdır. Bu adım yaşam açısından kesinlikle gerekli olandır. İnsanlar, bilen anlayan, algılayarak yorumlayan, bu bağlamda gerekli önlemleri alan ve üreten bir konumdadır.
Hukuk; hak, yetki ve sorumluluk belirleyerek güvenceye alan kurallar dizgesidir. Bu kurallar, toplumların varlık sürdürme güvencesidir. Toplumun yaşam güvencesi aynı zamanda tüm varlıkların da varlık sürdürme güvencesinin temelini oluşturur.
Hak, hukuk, adalet üçlemesi, yaşamın olmazsa olmazlarındandır. Hukuku geçerli kılarak yaşam sürdürümünü güvenceye alanlar uygulayıcılardır. Bu halka en güçlü olduğu kadar aynı zamanda en zayıf halkadır. Hukuk uygulayıcılarının bu pozitif eylemi, yaşamı yaşanır kılar veya çekilmez hale getirir(!) Hukuk silah olarak kullanıldığında önce kendisine ve sonra her şeye zarar verir! Yetkilerle donatılan bu görev, güven temelli bir temsil görevidir. Hukukçu temsil ettiği millet adına karar verir. Bu nedenle hukukçu yetkin, öz güvenli ve hukukun üstünlüğünden yana olmalıdır. Hukukçu, bireylerin çıkarını, kamu yararı temelinde gerçekleştirmelidir.
Toplumda tepkilerin oluşmasına neden olan bir karardan sonra yapılan eleştirilerden etkilenen sorumlu diyor ki; “Şeref ve onurumuz zedeleniyor(!)” Ne zaman zedeleniyor? Yetki ve sorumluluğunu sorumsuzca kullandığında. Bunu diyenler, önce millet adına verdikleri kararlara baksınlar. Ekrem İmamoğlu kararı vicdana, hukuka ve ahlaka uygun mu? İnsanlar hakkında verilen kararlar, öncelikle insanlıkla uyuşur olmalı. Her koşulda hukukun üstünlüğünü gözetir olmalıdır. Verilen karar, yürürlükteki yasalara uygun ise ve hukukun üstünlüğünü gözetirken temel hakları da gözetiyor ise; o kararı verenlerle birlikte ait oldukları meslek grubunun onur ve şerefini korumuş olur. Sözün özü şu: Konumu ve koşulları ne olursa olsun, hukukun üstünlüğünü gözetirken, vicdani sorumlulukla hareket edenler, insana yaraşır kararlar üretirler. Bu kararlar aynı zamanda karar üreticilerin şeref ve onurunu da korur! Daha açık olarak vurgulamak gerekirse; Verilen karar, onu üretenin şerefinin de koruyucusudur.