Kaime
Osmanlı banknotudur. Türkiye’deki ilk finansallaşma tecrübesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kağıt parası yoktu. 1839’da batılılaşma çabaları, tanzimat sürecinde aslında daha çok bir para piyasası aracı olan Kaime çıkarıldı. Kaime halk diline yer yer para kelimesinin karşılığı olarak “gayme, kayme” şeklinde geçmiştir. Kaime, bir banknottan çok “faizli” iç borçlanma senediydi veya başka bir tanımla “devlet hazinesi garantili senetti”. Tam adı “Kaime-i Nakdiye-i Mutebere” olan bu finansal araç el yapımı idi. Kaime ile finansallaşan Osmanlı, paraya sıkıştığında gerekli düzenlemeleri yapmadan Kaime çıkarmış, bu yüzden vergi ödeyen halk ve kaimelerin karşılığını ödeyen hazine önemli zararlara uğramıştır. Bu işin kazananı ise Kaime satın alan spekülatörler olmuştur.

İlk Dış Borç
Osmanlı İmparatorluğu, Ruslarla Kırım Savaşı’nın sürdüğü dönemde,1854 yılında ilk kez yurt dışından borçlanmıştır.

Borçlanmaya Özendirme Politikası, Osmanlı Bankası ve Moratoryum İlanı
Batılılar, Osmanlı’ya borç vermeyi tatlı kar elde edilen bir iş olarak görmüştür.  Bu süreçte, Galata Bankerleri türedi.  Bankerler, özellikle İngiliz ve Fransız sermaye kuruluşları ile işbirliği yaparak ortak sermaye ile İstanbul’da bankalar kurdular. 
İlginçtir ki; Osmanlı’nın “Merkez Bankası” durumundaki Osmanlı Bankası da yabancı sermaye ile kurulan bir bankadır. Osmanlı maliyesinin borçla ayakta kalması, buna karşın kolayca borç veren Avrupalı finans kuruluşlarının etkisi ile dış borçlanma ve buna ilave olarak bir tür iç piyasa borçlanma aracı olan Kaimelerin hesapsızca “verilmesinin” sonucunda hızla büyüyen “borç stoku”  nedeniyle 576 yıllık dev imparatorluk 1875 yılında temerrüde düşmüş, moratoryum ilan etmiştir. 

Osmanlı Finansallaştırılarak Batırıldı
Finansallaşma, bir ülkenin finans sektörünün üretim ekonomisine göre büyüklüğünün ve öneminin artmasıdır. Bu durum ekonomik dengesizliğe neden olabilir.
Reel ekonomi veya üretim ekonomisi; üretimin yapıldığı, tarım, madencilik, imalat, ticaret, inşaat, taşımacılık, turizm gibi mal veya hizmet üretiminin tamamına denir. Üretim hacmini oluşturan tüm sektörleri ifade eder. Finans araçları ile varlığı ifade edilen finans sektörünün reel ekonomiye göre büyüklüğünün ve öneminin artması demek olan finansallaşma “üretimle desteklenmezse” ülkeler için risk unsuru olur. 
Nitekim, Osmanlı Devleti’nin “Kaime ile başlayan finansallaşması”, ülkenin üretim gücüne göre borç büyüklüğünün artması şeklinde sonuçlanmıştır. Borçlanma üretimin finansmanında kullanılmamıştır. Bu şekilde “üretime dayanmayan,” karşılıksız bir şekilde borçlanma araçlarının kullanılması ülkenin sonunu hazırlamıştır.

Ekonomik Bağımsızlığın Kaybedilmesinin Ardından Siyasal Bağımsızlık Kaybedildi
Moratoryumu takiben alacaklı Avrupa devletleri ve işbirlikçi ortakları Galata Bankerleri alacaklarını tahsile giriştirler. 1881 yılında “Düyun-u Umumiye İdaresi’nin” ünlü Muharrem Kararnamesi ile faaliyete geçmesi sonucu Osmanlı İmparatorluğu ekonomik bağımsızlığını yitirmiştir. 
Muharrem Kararnamesi’nin yürürlük tarihi yani, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik bağımsızlığını yitirdiği tarih: 15 Ekim 1881 (28 Muharrem 1299)’dur. 
Çok geçmeden, I. Dünya Savaşı sonunda  siyasal bağımsızlık da yitirilmiştir. 


Atatürk Dönemi: İzmir İktisat Kongresi ve  İlk Milli Bankamız Türkiye İş Bankası’nın Kuruluşu, 16 Yıl Boyunca Dış Ticaret Fazlası Verilmesi
17 Şubat 1923’te İzmir’de iktisat kongresi toplandı. Bankacılık, faiz politikası ve borsa kanunları İzmir İktisat Kongresinde değerlendirilen temel konu başlıklarıydı. Kongrede, milli bankaların kurulması, anonim şirketin kurulmasının kolaylaştırılması ve sanayinin teşvik edilmesi gibi önemli kararlar alındı. Bu çerçevede, “Türkiye’nin ilk milli bankası” olan Türkiye İş Bankası 26 Ağustos 1924 tarihinde kuruldu. 
Atatürk Döneminde, 1930 yılına kadar Osmanlı borçlarının ödenmesi, 1929 yılına kadar geçerli olan Osmanlı gümrük tarifeleri  ve 1929 tarihli ekonomik buhran nedeniyle önemli ekonomik zorluklar söz konusuydu. Buna karşın, 1930’lu yıllarda Türkiye’de denk bütçe (üretimde karşılığı olan para) politikası uygulanmış, ekonomik sıkıntılarda üretime dayalı olmayan finansallaşma  yaşanmamıştır.
Türkiye, Atatürk Döneminin yatırım, “sanayileşme” ve üretim ekonomisi olma yönündeki doğru adımlarının sonucu olarak sanayi tesisleri kurulmuş, sanayi ve tarım üretimi artmıştır. Türkiye, 1930-1946 döneminde (1938 yılı hariç) 16 yıl dış ticaret fazlası vermiştir.

1947-1960; Finansallaşma Dönemi
1947 yılı ve takip eden yıllar Amerika’nın Türkiye üzerindeki etkisinin artmaya başladığı dönemdir. Marshall Planı’na göre Türkiye, Batı ülkelerine gıda maddeleri ve kömür gibi ham maddeleri ihraç edecektir. Bu şekilde “Türkiye, sanayileşme hedefinden uzaklaştırılarak” tarıma dayalı bir ekonomi olmaya yönlendirilmek istenmiştir. 
Düşük katma değerli ürünler üretmeye yönlendirilen ve Menderes zamanında dış borçlar alınarak  lüzumsuz şekilde finansallaştırılan Türkiye’de borçlar yüksek katma değerli işlere yatırılmadığı için üretim yapılamamış, üretimde karşılığı olmayan finansallaşma nedeniyle 1959-1962 yıllarında 11 banka iflas etmiştir.   

1960-1980 Döneminde Hedef Sanayileşme İdi
1960 yılını takiben gelen iktidarlar (İnönü, Demirel ve Ecevit hükümetleri) sanayileşmeyi temel hedef olarak “beş yıllık kalkınma planları” ile ekonomiyi yönetmişlerdir. 
Amerikan Marshal Planına aykırı olarak “Demirel dönemlerinde bile” sanayileşme hedefinde ısrarcı olunması önemlidir. Bu dönemlerde finansallaşma önerilmemiştir. Bu süreçte barajlar, köprüler, petrokimya tesisleri ve demir çelik tesisleri kurulmuştur. 
Özellikle OPEC tarafından neden olunan petrol krizi ve Amerikan Ambargosu nedeniyle ilk iki beş yıllık plan başarılı olmuş iken üçüncü beş yıllık kalkınma planı başarısız olmuştur. 1971’de başlayan enflasyon kronik hale gelmiş 2004 yılına kadar çift rakamlı olmuştur.

1980 Sonrasından Günümüze
24 Ocak Kararları ile Türkiye Ekonomisinde finansallaşmada yeni, uzun ve riskli bir dönem başlamıştır. 1991-2001 döneminde finansallaşma devlet tarafından uygulandı. 2002 ve sonrası ise finansallaşmaya bireyler el attı ve özel sektör tarafından benimsenerek finans araçları üretildi. Bu kapsamda üretimden kaynaklanmayan finansal gelirler arttı. Örneğin; Türkiye’de finansal getirilerin net kar içerisindeki oranı 1982 yılında %15 iken 2001 yılında %500’ü geçmiş olup bu durum bugün çok daha yüksektir. 
Son yıllarda yatırımların üretime yönelik olmaması, beton ekonomisi, katma değeri düşük üretimin finanse edilmesi, fizibilitesi iyi yapılmamış ve lüks yatırımlara para harcanması gibi nedenlerle iç ve dış borçlanma artmış, yüksek teknoloji ürünlerine yeterli kaynak ayrılamaması yüzünden ithal ikamesine dayalı üretimin özellikle dövizin değerinin artması ile ihracatın ithalatı ve borçları karşılama imkanı kalmamıştır. Bunların sonucu olarak ülkemizin borçlarının gayri safi milli hasılasına oranı en yüksek seviyededir, Merkez Bankası rezervleri eksidedir. Brüt rezervler, swaplarla alınan paralarla artıda tutulmaya çalışılmaktadır. Swap da bir finansallaşma aracıdır, risk içerir. 

Çözüm olarak: Reel kesim, rekabet ve kaliteyi esas alarak, sahip olduğu tüm imkanları yüksek teknolojiyle birleştirip, ranta değil, reel ekonomiye ve yatırımlara yönlendirmelidir. Finans kurumları ve bankalar ise halktan topladıkları mevduatı finansal araçlara değil sınai ve ticari faaliyetler için reel sektöre kredi aktaran kurumlar haline gelmelidir. Ülke insanının parasal varlıkları üretimi finanse edebilmeli, finansal araçlar kaynağını üretimin değerinden almalıdır.

Yararlanılan Kaynaklar: 
Sinem Yazıcı, Finansallaşmanın 1980’den Günümüze Türkiye Ekonomisine Etkileri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek lisans tezi-2019
Murat Kaykusuz, Geçmişten Günümüze Finansal Krizler (1619-2014), 1. Basım, Bursa: Ekin 
Yayınları, 2014,
www.hmb.gov.tr
www.tuik.gov.tr 
www.tcmb.gov.tr