Hannah Arendt’in “natalite” kavramını düşündüğümde, yalnızca felsefi bir terim değil, insanın direniş hakkının en saf biçimi canlanır gözümde... Çünkü "natalite" kavramı; “ölüme doğru giden bir varlık” değil, “doğduğu andan başlayarak dünyada yeni bir başlangıç yapabilen bir özne” olarak tanımlar insanı... Her bebekle birlikte dünya yeniden başlar ya da en azından başlamalıydı. Ama öyle mi?
Son yıllarda yaşadıklarımız, natalitenin anlamına ters bir yörüngede ilerliyor sanki... İnsan doğuyor, ama büyüyemiyor. Konuşamıyor, eyleyemiyor, kendini gerçekleştiremiyor. Doğuyoruz ama yaşayamıyoruz. Çünkü birileri, doğduğumuz andan başlayarak yaşamımızın bütün yönlerini biçimlendirmek, bastırmak, kontrol etmek ve susturmak istiyor.
Doğmak Özgürlükse, Neden Zincirleniyoruz?
Arendt’in dediği gibi, her insan doğduğunda dünyada bir iz bırakma potansiyeli taşır. Ama otoriter liderlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda bu potansiyel daha ilk adımda boğuluyor. Yeni fikirler bastırılıyor, farklılıklar tehdit olarak algılanıyor, gençlik enerjisi "olası" suç olarak görülüyor. Totaliter zihniyetler, nataliteyi ya da daha açık bir anlatımla eyleme geçme ve yeni bir şey başlatma yeteneğimizi; ölümcül bir tehdit olarak görüyor. Çünkü yeni olan, öngörülemezdir. Yeni olan, düzene uymaz. Yeni olan, değişimi tetikler.
İşte tam da bu yüzden, her diktatör yeni doğanları sever gibi yapar ama onları sevmez. Onlara oyuncaklar verir ama kavramları, sözleri, sözcükleri vermez. Okul açar ama düşünceyi kapatır. Seçim yaptırır ama seçenek bırakmaz.
Baskı Rejimleri Natalite’yi Neden Tehlikeli Görür?
Çünkü natalite, yalnızca bedenin doğumu değildir; düşüncenin doğuşudur, eylemin filizlenmesidir, itirazın/başkaldırının/karşı durmanın başlangıcıdır. Arendt’in politik kuramında eylem; doğum kadar devrimci bir andır. Bu nedenle diktatörlükler nataliteyi “susturulması gereken bir potansiyel” olarak kodlar. Oysa demokratik toplumlar nataliteyi beslemelidir; özgürlük ortamı sunmalı, yurttaşlara kamusal alan yaratmalı, farklılıkları zenginlik saymalıdır.
Bugün, İran’da başörtüsünü çıkardığı için öldürülen kadın, Ukrayna’da bağımsızlık için savaşan çocuk, Gazze’de, Sudan’da, Myanmar’da, Türkiye’de, Venezuela’da, Belarus’ta, Çin’de özgürlük isteyen her genç; hepsi natalite’nin bastırılmış biçimlerini temsil ediyor.
Natalite Bir Hak İstemidir: O istem de özgürce yaşama dileğidir.
Her doğan insan, yalnızca nefes almak için değil; konuşmak, üretmek, düşlemek, direnmek ve yaşamak için dünyaya gelir. Arendt’in gözünden baktığımızda, özgürlük yalnızca bir hak değil, varoluşun ta kendisidir ve bu varoluş; ancak başkalarıyla birlikte, kamusal alanda dile getirilebildiğinde, dışa vurulabildiğinde anlam kazanır.
Bugün dünyada birçok insan yalnızca yaşamını değil, özgürce yaşayabilme hakkını yitiriyor. Susturulmak, fişlenmek, izlenmek, etiketlenmek, yalnızlaştırılmak… Bunlar totalitarizmin yeni biçimleri... Ama natalite, her şeye karşın insanın içinde saklı kalan bir umut kıvılcımıdır. Bazen bir kadının saçında, bazen bir çocuğun resminde, bazen bir gencin tweet’inde kendini gösterir.
Son Söz: Umudu Doğurmak da Direnmektir
Her doğum, bir yeniliktir. Her yenilik, bir değişim ihtimalidir. Ve her değişim, bir tehdit değildir — bir fırsattır. Totaliter liderler bu fırsatı bastırmak isterken, bizler her doğumu yaşanabilir bir dünya olasılığı olarak saygıyla karşılamalıyız, kaygıyla değil... Çünkü dünya, yeni gelenlere borçludur. Onlara yalnızca yaşamda kalabilecekleri değil, yaşayabilecekleri bir dünya bırakmalıyız.
Doğduk. Ama insan olmak için yeniden her gün yeniden, yeniden doğmalıyız.
İşte bu nedenle natalite, yalnızca bir kavram değil; anımsatma, bir direniş ve bir çağrıdır. Ve her gün yeniden, yeniden sormalıyız:
Eğer Her Doğum Bir Umutsa, Neden Bu Kadar Karanlık?
*Bir açıklama:
Natalite Nedir?
Natalite, Yahudi asıllı Alman Bilim Kadını Hannah Arendt’in; siyaset felsefesine kattığı özgün bir kavramdır ve Latince kökeniyle "natalis" (doğum) sözüne dayanır. Arendt, insanların ölümlü olmaları kadar doğar olmalarının da felsefi açıdan göz önüne alınması gerektiğini savunur. Çünkü insan yalnızca ölüme doğru yürüyen bir varlık değil, aynı anda dünyada yeni bir başlangıç yapabilme gücüne ve yeteneğine sahip bir varlıktır.
“Doğum, dünyaya yeni bir başlangıç armağan eder. Her doğan insan, bu potansiyeli içinde taşır.”
Hannah Arendt, The Human Condition adlı çalışmasından...