Üretim için gerek duyulan temel unsurlar; emek, sermaye ve topraktır. Emek, doğrudan doğruya birey ile ilişkilendirilir. Sermaye, dolaylı emek olarak tanımlanır. Yani biriktirilmiş bir emek söz konusudur. Bu biriktirilmiş değere birileri bir biçimde el koyduklarında sermaye sahibi olurlar. Toprağa gelince, belirli koşullarda ve uygun ortamlarda enerjinin dönüşümü sonucunda, doğa ortaya çıkmıştır. Buna başka anlamlar yüklemenin bir anlamı yok. Vikipedi konuya ilişkin şu bilgileri veriyor:
“Genel kanıya karşın Karl Marx, kendi emek değer teorisini yalnizca "emeğe doğaüstü bir güç yüklemek" dediği üzerine kurmaz. Bu konuda Gotha Programı'nın Eleştirisi kitabında şöyle der:
Emek, bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da, tıpkı, bir doğa gücünün, insan emek-gücünün deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım-değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir!) kaynağıdır.[2]
Marx, toplumsal olarak gerekli emek zamanı kavramını kullanarak yeni bir toplumsal bakış açısı getirir ve neoliberal ekonomistlerden ayrılır. Çoğu ekonomist yalnızca bireyler üzerinden tartışırken Marks toplumun bütününün penceresinden bakar. Toplumsal üretim karmaşık ve bileşik bir emek gücüyle yapılır ve bu emek birimi hayatta kalmak ve servet edinmek için birbirine ihtiyacı olan çok farklı emekçi insanlardan oluşur.
« "İşçi ne kadar çok zenginlik üretirse, üretiminin gücü ve büyüklüğü ne kadar artarsa, kendisi de o kadar yoksullaşır. Ne kadar çok meta üretirse, kendisi de bir meta olarak o kadar ucuzlar. Şeyler dünyasının değerinin artmasıyla doğru orantılı olarak insanların dünyası değersizleşir. Emek sadece meta üretmekle kalmaz, aynı zamanda, genel olarak meta ürettiği oranda kendini ve meta olarak işçiyi de üretir." » |
|
( Karl Marx, Economic and Philosophic Manuscripts, 1844 [3]) |
Marks kendi emek değer teorisinde emek gücü ve emek arasında ayrım yapar. Emek gücü işçinin çalışma gizilgücü ya da yeteneğidir. Emek ise asıl değer üretme eylemidir. İşçiler emek güçlerini kiraya vermenin bedelini ödemek için yeterli olandan çok çalıştıkları zaman kâr elde etme ya da artı ürün meydana gelir.” (VİKİPEDİ)
Emek, iş ve değer üreten güçtür. Olay, olgu ve şeyleri yaratarak, istendik somut sonuçların ortaya çıkmasına neden olur. Bir kısım bireyler, varlıklarını sürdürebilmek için bedensel güçlerini, iş üretmek ve yaratmak için kullanırlar. Aslında bu, çevresinde dolanıp durduğumuz şey enerji ve onun dönüşümleridir. Hiç kuşkusuz, değer yaratan bir gücün de değeri söz konusudur. Bedensel güç, yaşam sürdürme aracı olduğu için kutsaldır. Yalnız bu kutsallığı tabu olarak algılamayıp, varlık sürdürme gücü olarak anlamak ve kavramak gerekir. Bu noktada farkındalık çok önemlidir. Farkındalık bireyi toplumsal konumuna taşır ve sınıfsal tabanına oturtur.
Emeğin değeri nasıl belirlenecektir? Zaman, enerji, mamul veya yarı mamul maddelerin ederi ile; araç, makine ve mekân giderleri de maliyete dahil edilmelidir. İş ve çevre güvenliği unutulmamalıdır. Ayrıca oluşuma katkı sunanlarda maliyete dahil edilmelidir. En önemli nokta burası. Hani derler ya; “Zurnanın zırt dediği yer.” Yani sınıfsal konumlanış. Bu konu sürekli olarak emekçi kesimlere unutturulmaya çalışılır. Tüm kurumların örtük amaçları arasında bu gerçek yer alır!
Genellikle ürünün değerini; arz miktarı, ona duyulan gereksinim ve ürünün kalitesi belirler. Bir başka etken ise, emeğin örgütlülüğü ürünün değerine yansır. Tarafların özgür iradi katılımlarda oluşturulmuş olan demokratik pazarlık ortamında, emeğin gerçek değeri belirlenebilir. Bunun için atanmış taraflı kurullar sadece görüntüyü kurtarmaya yarar ki; kurtarabilirse(!)
Emek; üreten, yaratan, oluşturan, kuran ve var kılan olarak yönetme ve yönlendirme görevini de üstlenir. Enerji belirlenimi, işlevsel bir şekilde sınırlandırarak yaşama ve yaşamın tüm hallerine katkı sunar. Enerji tabanlı basınç ile yoğunluk artırıldığında, nitel değişimler gözlemlenebilir. Nitelikli bir enerji dönüşümü olan zekâ denkleme dahil olunca, dönüşümlerin süreci kısalır. Emeğin biçimlenişi, farklı değerlerle işlem görmesine neden olur. Zor erişilen şeylerin değeri yüksek olur.
Sorunlar dönüp dolaşıp, örgütlenme noktasında duruyor. Örgütlülük en büyük toplumsal güçtür. Bunun için öncelik farkındalıkta ve sınıfsal bilinçtedir. Sürekli olarak üstü örtülmeye çalışılan sınıfsal güç, olması gerektiği gibi ortaya çıkarılarak aktive edilmelidir. Burada biriken toplumsal ve özünde yaşamsal olan enerji göz ardı edilmemelidir! Din ve milliyetçilik bu muazzam enerjiyi sermaye sınıfı lehine kullanmayı amaçlar. Bu sanal olgular, sermayenin varlık sürdürme araçlarındandır. Otoriter yapılarda milliyetçilik doğrudan sermaye destekçiliği ve din ise çıkarların koruyucusu işlevi görür(!) Bunun için sınıfsal gerçeklikten şaşmamak gerek!